12 Kasım 2009 Perşembe

MAÇKA YOLLARI ATİNA’YA MI ÇIKAR? YAHUT BİR ACAYİP “ANSİKLOPEDİK SÖZLÜK”

İsmail Hacıfettahoğlu
hacifettah@gmail.com

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım…
Boğamazsın ki!
Hiç olmazsa yanımdan koğarım!

Mehmed Akif Ersoy
Karadeniz... Tarih boyunca insanoğlunun keşfetmeye çalıştığı yerkürenin sihirli bir bölgesi. Dünyanın en zengin filorasına sahip bölgelerinden biri olan Kaçkarlar ve çevresi, kültürel bakımdan da bir o kadar zengin. Yüzyıllarca nice araştırmacılar, nice argonotlar onun sırrına ermek, altın posta ulaşmak için bu yolda can verdi. Bölgenin cazibesi günümüzde de artarak devam ediyor. Özellikle 19. yüzyılda Avrupalı tarihçiler ve araştırmacılar tarafından bu yörede çok sayıda çalışma yapıldı. Bu çalışmaların bir çoğu emperyalist ülkelerin proje ve faaliyetlerine alt yapı oluşturma amacını taşıyordu. Ayrıca, Avrupalı araştırmacıların olduğu gibi içteki azınlık mensuplarının da bölge için yazdığı kitaplar olmuştur. Söz konusu kitapların en önemlilerinden birisi, Trabzon Rum Jimnazı (Lisesi) tarih öğretmeni Bursalı Sava Yuvani­dis’in yazdığı ve muhtevasının çoğunlukla birtakım efsane ve masallardan ibaret olduğu bilinen Trabzon Tarihi ve İstatistikleri adlı kitaptır. 1870 yılında İstanbul’da bastırılan bu kitap, Rum mekteplerinde ders kitabı olarak okutuluyordu. Ermenilerin de benzer kitapları bulunmasına rağmen, maalesef Şakir Şevket Bey’in kısıtlı imkânlarla yazdığı Trabzon Tarihi dışında, Trabzon’un gerçek tarihini anlatan Türkçe bir kitap yoktu. Her ne kadar Trabzonlu Mehmed Aşık’ın (1555-1613) Menâzirül Avâlim adlı eserinde bölge hakkında geniş bilgi varsa da, nadir kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan bu esere ulaşmak her zaman mümkün değildi.

Karadeniz halkının zaman zaman kendi yöresi hakkında yeterli bilgiye sahip olamamaktan şikayetçi olduğunu görmek mümkündü. Bu bilgisizlikten sıkılan Trabzonlulardan biri de Vefa Baki Cinemre idi. Cinemre, Akın mecmuasının 1 Haziran 1932 tarihli sayısındaki yazısında bu durumundan şöyle şikâyet eder: “Evet sıkılıyorum, çünkü baba yurdumu tanımıyorum, onunla hiç alâkası olmayan uzak yabancıların onu bildiği kadar ben bilmiyorum, halbuki üstünde doğdum, büyüdüm ve yaşıyorum.” Tarihimize karşı ilgisizliğimizi Ali Şükrü Bey de şöyle tesbit ediyor: “Yer yüzünde tarihi, her cins vak’a itibariyle bizimki kadar zengin olan bir millet daha var mıdır bilemiyorum. Fakat, riyazî bir kat’iyet ile biliyorum ki milel-i mevcûde içinde mâzisini bizim kadar unutmuş hiçbir millet yoktur.”

Ali Şükrü Bey’in kendi dönemindeki bu tesbiti daha sonraki dönemlerde de değişmedi. Bizim nesil de bu tesbite uygun olarak yetiştirildi. İlk mektepte “alfabe”den sonra okutulan “kıraat” kitabının ilk sayfalarında yer alan, “Eskiyi unut/Yeni yolu tut/Türklüğe umut/Sen ol çocuğum” şeklindeki tekerlemeyi ezberleyerek, bu talimata uymaya çalışarak yetiştik. Mazimizle bağımızı kestik, yönümüzü batıya çevirdik ve silinen hafızamızı oradan gelen ışıkla aydınlanan kişilerin getirdiği bilgilerle doldurmaya başladık. Onların efsanelerini, hurafelerini tartışma kabul etmez gerçekler, bizim mevsuk, yani belgeye bağlı hakikatlerimizi ise bilim dışı safsatalar saydık.

Kılavuzu Rum olanın

Geçmişimizle köprüleri attığımızdan, yörelerimizle ilgili çalışmaları Batılıların başlattığı, özellikle Amerikan kolejlerinin yönlendirdiği geleneğe terk ettik. Kendi ifadesiyle Merzifon Amerikan Koleji’nin devamı olan Selanik’teki Anadolu Koleji’nden mezun Yorgo Andriadis, bu geleneği günümüze taşıdı. Çalışmaları ve kitapları ile bu vadide çalışma yapanların sayısını hızla artırdı. Tabiri caizse Andriadis, yetkili kurum ve kuruluşların nezaretinde zehrini vücudumuza enjekte etti. Haznesinde başka zehir kalmadıktan sonra ise ülkeye girişinin yasaklandığını duyduk. Ancak bayrak yerde kalmadı. Artık bayrak bizim insanımıza geçti. Onun 1960 yılında yazdığı Pontus Kültürü, adı değiştirilmeksizin, fakat içeriği değiştirilerek 1996 yılında Ömer Asan imzasıyla yayımlandı. “Trabzon'un tarih-i kadiminin uyanıkken bile rüyasını gören” gözü kara “bilge” kişilerin de kervana dahil olması Karadeniz’in sihrini keşfetmeyi gittikçe kolaylaştırdı. Ve karşımıza Karadeniz’in, “tüm zamanların” en kapsamlı kitabı çıktı: Karadeniz: Ansiklopedik Sözlük. Ciltli, şömiz kaplı, birinci hamur kağıda birinci sınıf bir işçilik ve itinayla basılan kitap, ekleriyle tekmili birden 1262 sayfa. Her haliyle ciddi bir ekip çalışmasının mahsulü olduğu anlaşılan kitabın kapağında ve jeneriğinde yazar olarak yer alan tek isim var. O da Özhan Öztürk.

Kitabın kapağı Karadeniz’i andırıyor. Onun gibi gizemli, sihirli, şifreli kara bir kapak. Siyah zemin üzerine, bir kartpostaldan dekope edilen, kemençe eşliğinde bıçak oynayanların fotoğrafı yer alıyor. Ancak, zemine dikkatle baktığınızda dört boyutlu fotoğraflar gibi başka görüntüler de gözünüze çarpmaya başlar. Bunlardan birinin yine kartpostallara yansıyan bir horon fotoğrafı olduğu anlaşılıyor. Diğeri ise adeta kitabın şifresi gibi: Grek alfabesiyle yazılmış bir metin ve bu metin kitabın arka kapağında da aynı tarzda, siyah zeminin altında devam ediyor. Bu bir tılsım olmalı. Kitabı kutsayan, kem gözlerden, kötü niyetli kişilerden koruyan bir tılsım... Jenerik sayfasında kapağın Ömer Asan tarafından yapıldığı belirtiliyor. Fakat özellikle bu Grekçe metnin ne olduğu, Karadenizle ne tür bir münasebeti bulunduğuna dair bir bilgi verilmiyor.

Heyamola Yayınlarından çıkan kitabın ciddi ve profesyonel bir çalışmanın ürünü olduğu ilk bakışta anlaşılıyor. Önsözden ve kaynakçadan, kitabın hazırlık ve sunumunda Ömer Asan’ın tecrübesinden büyük ölçüde yararlanıldığı görülüyor. Ömer Asan kitabına Pontos Kültürü adını koyması ve önsözünü Neoklis Sarris’e yazdırmasından dolayı, Hulki Cevizoğlu’nun “Ceviz Kabuğu” programında az mı terlemiş, sıkıntıya düşmüştü? Bu sıkıntılı durumdan ancak son anda kabuğu kırarak kurtulabilmişti. Bu tecrübe işe yaramış olmalı ki kitabın tek kişi tarafından hazırlandığı imajı azami şekilde verilmeye çalışılmış. Önsözün teşekkür kısmında Yunanlı hiçbir isme yer verilmemiş. Manevi destek verenlerse Ömer Asan, Ahmet Bican Zehiroğlu, Yahya Düzenli, Mehmet Bilgin ve İsmail Buşaklisi ile sınırlı tutulmuş. Birbirinden farklı görüş sahibi bu kişilere de manevi desteklerinden dolayı teşekkür edilmesi belli yerlere mesaj verildiği hissi uyandırıyor.

Kitabın geniş bir kaynakçaya sahip olduğu görülüyor. Buna rağmen bölge ve kitabın konusuyla ilgili çokça kitap ve makaleleri bulunan Fahrettin Kırzıoğlu, Mahmut Goloğlu (Anadolu’nun Millî Devleti Pontos), Orhan Türkdoğan, Tirebolulu Alpaslan, Hilmi Göktürk gibi kişilerin isimlerine verilen listede rastlanmıyor. Kullanılan malzemenin önemli bir bölümünün –özellikle görsel malzemenin- internetteki Pontos sitelerinden alındığının anlaşılmasına rağmen, kaynakçada bu sitelerin adına da yer verilmiyor. Belli ki tedbirde kusur edilmemeye çalışılmış.

İki cilt kitap tetkik edildiğinde, kitabın yazarı olarak gözüken Özhan Öztürk’ün tarih, coğrafya, antropoloji, arkeoloji, sosyoloji, teoloji, filoloji, müzikoloji, mitoloji ve adlarını sayamadığım daha nice ilimlere bihakkın vakıf olduğu anlaşılıyor. Kendisi adeta bir hiper alim. Bir acaib bilim adamı. Eskilerin bediüzzaman dedikleri kişiler herhalde böyle birileri olmalı...

İlmi olan, ancak bilgisini ifade edemeyen Oflu bir hoca bu durumundan şöyle yakınır:
“-Allah ne kadar ilim var isa koydi oni habu kafama. Ama vermedi bağa til!”.
Sürmeneli Özhan Öztürk’ün durumu ise daha farklı. Ona Oflu gibi sadece ilim değil, dil de, kalem de verildiği anlaşılıyor.

Kitabın içeriğine baktığımızda, Pontos devleti hayalcilerinin haritalaştırdığı Doğu Karadeniz’in tarihi, insanı, coğrafyası, kültürü, inancı v.s. işleniyor ve tanıtılıyor gibi gözüküyor. Ancak kitapta İslamsız ve Türksüz bir Karadeniz ile, bütün yolların Helen’e ve Hıristiyanlığa çıktığı bir Karadeniz ile karşılaşıyoruz. Yunanlıların tarih boyunca ileri sürdükleri ve uluslararası platformlara rapor ve kitap olarak da sundukları mesnetsiz iddialar, iftiralar, tarihi hakikatlere aykırı olarak ürettikleri propaganda malzemeleri kitabın sayfalarına ustalıkla yerleştirilmiş. Bu iddialar, malum kesimin internet sitelerinde olduğu gibi Niko’nun, Gogo’nun kemençesiyle yumuşatılarak sevimli hale getirilmeye çalışılmış. Türk ve Müslümanlık ise, adeta esas menü olan Hıristiyanlık ve Helen propagandasına garnitür olarak kullanılmış. Kitapta kilise, manastır, şapel ve hatta köy evlerindeki haç resimlerinden geçilmezken tek bir cami resmine rastlanmıyor. Türkiye’deki hafız sayısın yarısından fazlasının yetiştiği bir bölgenin dinî hayatında İslam’ın yerinden, müesseselerinden bahsetmemek garip değil mi? Bölgeyi tanıtmak için hazırlanan 1262 sayfalık bir müracaat kitabı görüntüsü taşıyan bu propaganda kitabındaki tamamen maksatlı tahrif ve yanlışları bu yazının hacmi içine sığdırmak mümkün değil. Ancak kitabın tanınmasına, maksadının anlaşılmasına yardımcı olur düşüncesiyle birkaç örnek vermek istiyorum.

Kemençe ve kemençeciler

Kitapta kemençe hakkında ansiklopedik bilgiler verilirken, yeterli delil bulunamamasına rağmen açık bir zorlamayla Yunanla irtibatlandırılmaya çalışıldıktan sonra “Karadenizli Kemençe Ustaları” başlığı açılıyor. Bu başlık altında önce Türk kemençecilerin adları ve çok kısa biyografileri veriliyor. Daha sonra Rum kemençecilere geçiliyor. Başlık “Karadenizli Muadil Kemençeciler”. Onların da biyografileri fotoğraflarıyla (Türklerin 3 adet fotoğrafına karşılık Rumların 7 adet fotoğrafına yer veriliyor) birlikte veriliyor. Bir farkla. O da şu: Türk kemençecilerin biyografilerinde, bulunabilmişse, doğum ve ölüm tarihleri, sağlık durumları (gözünü kaybetmiş vs.) ve lakaplarını nasıl edindikleri (Piçoğlu gibi) verilirken (bir çoğu sadece isim olarak yer alıyor), Rum kemençecilerin biyografilerinde sanatlarına ait övgü dolu, “Karadenizlinin duygu dünyasını belki de en iyi yansıtan TÜM ZAMANLARIN eni iyi kemençecilerinden”, “mükemmel çalma stilinden dolayı kemençenin Patriği olarak nitelendirilen tek kemençeci olan Gogos”, “genç nesillerin parlak yıldızı”, “inanılmaz yay tekniği ile tanınan”, “kemençecilerin parlayan yıldızı”, “Tüm zamanların en çok sevilen ve aynı oranda sevilmeyen kemençecilerinden birisi (ne demekse?)” ve benzeri ifadeler yer alıyor.

Yunanistan’da yaşayan bu sanatçıları, bir kısmı yıllar önce vefat etmesine rağmen, bir Türk nasıl bu kadar yakından tanıyıp değerlendirebiliyor, merak ediyorum. Bu konuda ihtisası olan bir müzikolog olabilir. O zaman sormak gerekmez mi, konunun uzmanı olarak sen, bu ülke kemençecilerinin sanatları hakkında neden hüküm vermiyorsun? (Hüküm verilen tek bir kişi var. O da Selanik yollarını aşındırmasının karşılığını almış anlaşılan.) [s. 653-658] O zaman akla bir soru geliyor: Yoksa bu kitabı başkası veya başkaları mı yazmış? Yazar görünen kişi ise dolgu malzemesi olarak kullanılan bize ait kişiler hakkında bulabildiği bu sığ bilgileri kitaba koymakla yetinmiş. (“Kemençenin Patriği” olarak vasıflandırılan Gogos’a buradaki biyografi ve övgüler az gelmiş olacak ki kendisine bir istisna uygulanarak müstakil bir madde de tahsis edilmiş ve iki adet fotoğrafıyla burada da arz-ı endam ediyor. [s. 440] Patrikliğin ne kadar önemli olduğunun göstergesi olsa gerek.)

Çepnilerin Aleviliği

Kitabın 267. sayfasında; “Bura halkı çepni kelimesini; bilgisiz, görgüsüz ve bön adamlara sıfat olarak kullanmaktadır” ifadeleriyle aşağılanan Çepnilere bir de Ermeni Bijikyan ağzıyla çıra söndürme isnadı yüklenerek hakaret edildikten sonra alevi Çepniler savunur duruma geçilerek; “Sünnî Osmanlı kimliği geçmişe ait her şeyi istenmeyen ve öteki haline getirmiştir,” sözleriyle Osmanlı suçlanmaktadır.

Ofluların Hıristiyanlığı

Yörede olduğu iddia edilen gizli hıristiyanlık konusu, “Gizli/Crypto Hristiyanlık, Santali, Stavrili, İstavriot, Kromli” başlığı altında geniş şekilde yer alıyor (s.428-438). Konu çeşitli alıntılarla, rakamlarla, şapel ve haç fotoğrafları, köy adları, nüfus miktarlarıyla ortaya konulmaya, gündeme taşınmaya çalışılıyor. Bu madde de hiper âlimliğin bütün özelliklerini taşıyan bir madde... Bize ait kaynaklar yine es geçilmiş. Eğer tenasürlük meselesi ciddi ve tarafsız bir şekilde işlenecek idi ise, bu hususta Osmanlı Arşivlerinde yer alan belgeler, bizde yapılan çalışmalar, -velev ki görüşlerine katılınmasa dahi-, dikkate alınması gerekmez miydi? Meselâ bu konuyu da tahkik etmek üzere görevlendirilen Ahmet Şâkir Paşa’nın (1838-1899) raporları ve faaliyetleri araştırılamaz mı? Onun bu faaliyetlerini konu alan ve kitap halinde yayımlanan Ali Karaca’nın “Anadolu Islahatı ve Ahmet Şakir Paşa” adlı doktora tezine bakılamaz mı idi?

Bu madde için söylenecek söz çok. Ancak ben Oflulara yönelik iddialara dikkat çekmek istiyorum. Yunanlı Economides’in yalan ve iftiralarla dolu kitabını esas alarak, dindarlıkları ve yetiştirdikleri âlimlerle ünlenen Oflular için kitap şu iddialarda bulunuyor: 44 köyden oluşan Of kasabası saf Yunanlıdır. 17. yüzyılda Müslümanlığa geçmiş gibi gözükseler de gizli hıristiyandırlar. Papaz elbiselerini (sacerdotal garment) ve kutsal kitaplarını (sacret books) muhafaza ediyorlar. Tekrar Hıristiyan olmak arzularını Rus istilâsında Metropolit Hırisantos’a bildirmişler. Hatta, Hırisantos’u, başlarında belediye başkanları olmak üzere tam 300 kişilik bir Oflu heyeti karşılamış ve kendisinden “ulusal dinlerine dönmelerini sağlaması” için yardım istemişler. Hırisantos da onlara savaşın sonucunu beklemelerini tavsiye etmiş! Bu olayın sağlam ravileri varmış! Hatta üstad Yorgo dahi bunu kaydetmiş! Hayret ki ne hayret! Bu Oflular neymiş de biz bilemiyorduk? Asan’ın kitabında raporu yer alan Oflu papaz dahi bu hususların cahiliymiş anlaşılan. O bunları bilse her halde bizi aydınlatırdı. Demek ki şifre ancak şimdi çözülebilmiş.

Baltacı Deresinde, Kel Ali sırtlarında Ruslara karşı destansı kahramanlıklarla dolu savunma muharebeleri yapan Oflular, İslâmî hizmetleriyle gönlümüzde taht kuran Oflular meğer neler yapmış… Başlarında Of Belediye Başkanı olmak üzere, Rus komutanın ayağı altına Türk bayrağını seren, işgali sevinç çığlıklarıyla karşılayan Hırisantos’a, tam 300 adet Oflu adam gitmiş… Ve “ulusal dinlerine” dönmek arzularını iletmiş!… Acaba cephe komutanı Ahmet Avni Paşa bu bilgiye vakıf olduğu için mi 150’likler listesine dahil edildi dersiniz!

Hocalarıyla ünlü Of, gerçekte Hıristiyanmış ve ırken de “saf Yunanlı”, yani “Öz Yunanlı” imiş… Onlar artık camileriyle, medrese ve kuran kurslarıyla da Müslüman olduklarını isbatlayamazlar! Çünkü hiper âlim o binalardaki şifreyi de çözdü. Bu camiler ve diğer dini binalarda kullanılan motifler Hıristiyanlığa aitmiş, bu da onların gerçekte ulusal dinlerinden (!) kopmadığının kanıtıymış. Kitapta bunlar tek tek sıralanıyor. Cami cami, bina bina gösteriliyor. Of uleması bu büyük keşife (!)acaba ne der.

Santalı İstil Ağa Kim?

Son yıllarda bir Santa muhabbetidir gidiyor. Santa ismini duymayan, yerini bilmeyen bazı mahalli dernek yöneticileri bile internetteki sitelerine oradan kilise fotoğrafları koymayı ihmal etmiyorlar. Bu kitapta da Santa’nın özel bir yeri olması normal. Santa malûm, Yomra ilçesinin güneyinde, önce Torul’a daha sonra Gümüşhane merkezine bağlı, mübadeleye kadar Hıristiyan nüfusun yaşadığı bir köy, bir belde. Buradaki Hıristiyan ahalinin emperyalist ülkelerin kışkırtması ile özellikle Birinci Dünya Harbinde kendi devletine ihanet ederek Rusya adına casusluk ve beşinci kol faaliyetleri yürüttükleri, burada kurulan çetelerin Müslüman köylerde vahşice katliamlar yaptıkları tarih kitaplarımızda belgeleriyle yer alan olaylardandır. Bölgedeki Pontos çetelerinin en acımasız, en zalimleri bu köyde kurulan çetelerdi. Sümela Manastırından sevk ve idare edilen bu çeteler, erkekleri cephelerde olan Müslüman köylerini, kasabalarını basarak, silâhsız, korumasız, masum kadınları, çocukları, yaşlıları kahpece katletmiş, ırzlarını, mallarını pây-mâl etmişti. Bu çetelerin en eli kanlı elebaşlarından birisi İstil Ağa idi. İstil Ağa’nın Pontos sitelerinde yer alan at üzerinde müsellah bir fotoğrafı çok anlamlı bir şekilde bu kitabın sayfalarını süslüyor (!) (s.1010). Bu durum bilimsellikle(!) izaha çalışılabilir. O zaman sormazlar mı adama, o ki tarafsızsın, neden İpsiz Recep’in, neden Osman Ağa’nın, neden Yahya Kâhya’nın ve diğerlerinin fotoğraflarını koymadın? Bu millete tarihi unutturuldukça, ecdadına sövenler alkışlatıldıkça bu manzaraları. çokça yaşayacağımız anlaşılıyor.

Kitapta Trabzon’un Fethi

Trabzon’un Fethi ve Komnen İmparatorluğunun sona ermesi kitapta garip ifadelerle anlatılıyor. Önemsediğimiz Trabzon’un Fethi meğerse ne basit bir hadiseymiş ki Karadenizle ilgili 1262 sayfalık bir kitapta ancak 3 cümlecik ile yer alabilmiş! (s. 1114) Verdiği bu bilgiler gözü kara “bilge” yoldaşının Koryana köyü için yazdıklarıyla ne kadar da benzeşiyor. Olaya karşı taraftan bakan yazar Fatih’e padişah dahi demek gereği duymuyor. Biz Fatih Sultan Mehmed Han diyebiliriz. Ama o demez, demesi gerekmez. Çünkü Türklerin olduğu gibi hanların da hası, asili, halisi, muhlisi ve özü kendisi. O bir Öz Han! Bu sıfatı taşıyan diğerleri ise rafine halde olmayan basit kişiler!

Trabzon’daki Rum nüfus nasıl 2,5 kat artırılıyor?

Kitapta rakamların çarpıtılmasına en çarpıcı örneklerden birisi 2. cildin 1116. sayfasında yer almaktadır. Yazar; “1915 yılı öncesinde Trabzon Vilâyetinin demografik durumu” başlığı altında Trabzon’un nüfusunu 752.521 Müslüman, 404.633 Rum, 46.500 Ermeni, 16.939 diğer, toplam 1.209.054 olarak vermektedir. Acaba bu gerçek mi?

Osmanlı İmparatorluğunda son nüfus sayımının 1330, yani 1914 yılında yapıldığı bilinmektedir. Bu nüfus sayımının sonuçları da yayımlanmıştır. (Bkz. Memalik-i Osmaniye’nin 1330 Senesi Nüfus İstatistikisi, İstanbul 1919) Oradaki rakamlar ve bu rakamların vilâyet nüfusuna oranları aynen şöyle: 921.128 (%82.03) Müslüman, 161.594 (%14.39) Rum (Bu rakama Katolik Rumlar dahildir), 38.899 (%3.49) Ermeni (Katolikler de dahildir), 8 (%0.12) Yahudi olmak üzere toplam 1.122.947. Bu nüfusun içinde gayrimüslimlerin toplamı 201.819 kişi oranı ise %17.97. (Rakamlar için ayrıca; Kemal Karpat, Otoman Population 1830-1914 Demoraphic and Social Characteristics, Wisconsin/London 1985, I-XVI, s.176-189’a bakılabilir.)

Malûm olduğu üzere Osmanlı çok dinli, çok kültürlü bir devletti. Tebasını oluşturan her kesime, özellikle de gayrimüslimlere, -kitapta iddia edildiğinin aksine- son derece âdil davrandığı inkâr edilemez bir gerçek. Onlara ait hiçbir bilgiyi, kendi aleyhine de olsa, gizlememiş, gizleme ihtiyacı duymamıştır. Bunun açık bir delili salnâmelerdir. 21. defa yayınlanan 1321 tarihli Trabzon Vilâyet Salnamesi, Trabzon’un son salnamelerinden, yani yıllıklarından biridir. (Bu salnameden bilhassa söz etmek istememin sebebi, Paris Barış Konferansında Pontos devleti hayalcilerinin kendi iddialarını desteklemek için bu yayını da kaynak gösterdikleri içindir.) Salnamede o zamanki Trabzon’a (Canik –Samsun- Sancağı da Trabzon’a bağlı idi. Daha sonra ayrıldı. Alaçam’a kadar uzanan Trabzon’un Batı hududu bu ayrılma ile Bolaman’da son buldu.) bağlı sancak, kaza ve nahiyelerdeki nüfus detaylı bir şekilde verilmektedir. Bu rakamlara baktığımızda toplam nüfusun 1.254.812 kişi olduğunu, bu nüfusun 1.006.192’sinin Müslüman, 194.169’unun Rum, 46.639’unun Ermeni, 1.526’sının Katolik ve 1.287’sinin Protestan olduğunu görüyoruz. (Bkz.: Trabzon Vilâyeti 1321 Sene-i Hicriyesine Mahsus Salnâme, Yirmibirinci Def’a, Trabzon Vilâyet Matbaası, Trabzon 1321 (1903), s. 370-373.) Görüldüğü gibi bölgedeki Rum nüfus Samsun da dahil olmak üzere toplam 194.169 kişi.

Nasıl oluyor da bu rakamlar, “tüm zamanların” en büyük çarpıtmasıyla çarpıtılıyor ve Rum nüfus 1 kat değil, 2 kat değil tam 2,5 kat artırılıyor? Hiper âlim bu rakamları nasıl tesbit etmiş olabilir? Acaba kuvve-i mâneviyesiyle (!), yani bir nevi ilm-i ledün (!) sayesinde bizzat kendisi mi tesbit etmiş, yoksa Ekümenik Patrik Hazretleri mi doğruluğu tartışma götürmez kesin bilgiler olarak lütfetmiş (!). Biz o tür ilimlerin cahili olduğumuz, kişilerin sadece zahirini bildiğimiz, batınını ancak bu yüksek şahsiyetler (!) anladığı için yanılmış olabiliriz. Umarız ki hatamız cehlimize bağışlanır!

Netice olarak, yukarıda verilen birkaç örnekten de anlaşılacağı gibi kitabın sahasındaki ödülleri toplayacağını şimdiden söylemek mümkün. Üstadının Abdi İpekçi Barış Ödülünü aldığı kitapla mukayesesi bile mümkün değil. O nihayet 112 sayfa hacminde küçük boy bir kitap. Bu öyle mi? İçeriğiyle, hacmiyle ona yüz basar. Yazar şimdiden tebrikleri kabul etmeye başlayabilir. Orhan Pamuk’tan sonra onu da yoğun bir mesai bekliyor. Doğu Karadenizle uğraşmak gözü karalığını gösteren bu yiğit insana kollar mutlaka her taraftan uzanacak, tabii ki boğazını sıkmak için değil, boynuna sarılıp tebrik etmek için…

Son bir not: Ülkemiz üzerinde ciddi oyunlar oynandığı herkesin malûmu… Bu ülkenin evlâtlarına yakışan yakılan bu Nemrut ateşine odun taşımak asla değildir. Gönlümüz onların saflarını belli etmeleri, en azından Nemrut’un ateşini söndürmek için gagasıyla su taşıyan kuşu örnek almalarından yanadır.
(Yazı Kılavuz Dergisinin Temmuz/Ağustos 2005 tarihli 28. sayısında neşredilmiştir.)

7 Kasım 2009 Cumartesi

BİRİNCİ DÜNYA HARBİ DÖNEMİNİN AZ TANINAN BİR SİMASI: TRABZON VALİSİ ŞEHİT CEMAL AZMİ BEY



İsmail Hacıfettahoğlu



Cemal Azmi Bey, ön adıyla Mehmed Cemal Azmi Bey, tarihimizin en buhranlı dö­ne­mlerinden olan 1890 -1918 yılları arasında mülkî amirliklerde bulunmuş, özellikle Birinci Dünya Harbi boyunca yürüttüğü Trabzon Valiliği görevindeki başarılarıyla tanınan, dirayetli, korkusuz, fütursuz, fedakâr, kararlı, azimli ve müstakim karakteriyle temayüz etmiş bir idarecidir. Adı Ermeni tehciri ile anılmış, tutuklanmak istendiğinde ülkeyi terk ederek Berlin’e yerleşmiş, gıyabında yargılanarak idam cezasına çarptırılmış ve nihayet Berlin’de Ermeni komitacılarınca vurularak şehit edilmiştir. Yakın tarihimizin dikkate değer bu önemli siması, günümüzde yeterince tanınmamaktadır ve kendisi; Polis Umum müdürlerinden, Halep, Bursa ve Konya valiliklerinde bulunmuş, Preveze ve Çorum’dan milletvekili olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nında görev yapmış, İstiklâl Mahkemesinde yargılanmış olan Azmi Bey ile karıştırılmaktadır.[1]

Doğumu ve Tahsil Hayatı

Trabzon eski valisi Cemal Azmi Bey (Mehmed Cemal Azmi) 1868 yılında Arapkir’de[2] dünyaya geldi. Babası Defter-i Hâkanî (tapu idaresi) müdürlerinden Osman Nuri Bey, annesi Gülsüm Hanım’dır. İlk tahsilini Arapkir’de, orta tahsilini İstanbul Mahmudiye Rüşdiyesi’nde ve Mülkiye Mektebi’nin İdâdî kısmında tamamladı. 1891 yılında ise Mülkiye Mektebi’nin yüksek kısmını iyiye yakın (Karib’ül-a’lâ) bir derece ile bitirdi. Ali Çankaya, Fransızca’ya vakıf olduğu, Ermenice’ye de âşina olduğunun sicilinde kayıtlı olduğunu belirtmektedir.[3]

Memuriyet Hayatı
Mülkiye’den mezun olan Cemal Azmi Bey okulu bitirdiği yıl devlet hizmetine öğretmen olarak girer. Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler adlı eserinde onun ilk memuriyet hizmetlerini şöyle sıralar: “22 Kasım 1891’de Elâziz İ’dâdîsi Jeoloji, Astronomi ve Trigonometri Dersleri Muallimliklerine ta’yîn edilerek Devlet hizmetine girdi. 3 Ağustos 1892’de Şam Islâhhâne (=kimsesiz çocuklar yurdu) Mektebi Müdürlüğü’ne nakledildi. Nizâmî yaş haddini doldurduğundan 15 Ocak 1893’de Suriye Vilâyeti Maiyyet Me’murluğuna atandı. Burada kaymakamlık stajını bitirdikten sonra: 15 Mayıs 1896’da Suşehri, 15 Eylül 1898’de Ustrumca, 10 Temmuz 1902’de Avrethisar, 28 Kasım 1907’de Kosova Merkez Kazâları Kaymakamlıklarına getirildi.”[4]
Cemal Azmi Bey’in Selânik Vilâyeti’nin Avrethisar Kazâsında kaymakam olarak görev yaptığı dönem, emperyalist ülkelerin tahrik ve teşvikleriyle Yunan, Sırp, Bulgar, Ulah gibi azınlıkların Balkanları adeta kan gölüne çevirdikleri döneme rastlar. Bu sırada Selânik’e bağlı Serez Sancağı Razlık Kazasında Bulgarların isyan girişimleri alınan yoğun güvenlik tedbirleri sonucu zorlukla önlenebilir. Başarıya ulaşamayan Bulgar komitacıları, kendilerine baskı ve zulüm yapıldığı iddialarıyla hamileri olan ülkelerin sefaretlerine ve Hükümete şikâ­yetlerde bulunurlar. Kaymakamın ve diğer yöneticilerin görevden alınmalarını ve ceza­lan­dırılmalarını isterler. Razlık Kaymakamı, daha sonraki dönemlerin meşhur valisi, Tahsin (Uzer) Bey’dir. Şikâyetler kısa zamanda etkisini gösterir ve hükümet tarafından görev­len­dirilen Umumi Müfettiş, olayları destekleyen ülkelerin de baskılarıyla, kaymakamın görevden uzaklaştırılmasını ister. Ancak, Selânik Valisi Hasan Fehmi Paşa, Bulgar çetelerine karşı aman­sız bir mücadeleye giren ve bu sayede bölgesinde asayişi temin eden bir kaymakamın ye­terli delil olmadan, görevden el çektirilmesini kabul etmez. Yabancı misyon şeflerinin bas­kıla­rını münasip bir şekilde yatıştırarak, şikâyet konusu olayların tahkiki için Avrathisar Kayma­kamı Cemal Azmi Bey başkanlığında bir savcı ve üç doktordan oluşan bir araştırma komisyo­nunu Razlık’a gönderir. Cemal Azmi Bey’in Razlık Kazasında yürüttüğü tahkik çalışmaları ve düzenlediği raporu hakkında Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi adlı kitabında Tahsin Uzer şöyle diyor:

“Avrathisar Kaymakamı Cemal Azmi Bey’in başkanı bulunduğu komisyon iki ay uğraştı. Mezarlar açılarak cesetler otopsiye tabi tutuldu. Bu çalışmanın sonunda Polis Eyüp Efendi ile Jandarma Çavuşu Mustafa’nın yargılanmalarına karar verildi. Şükranla belirtmek isterim ki, Vali Hasan Fehmi Paşa sonradan her ikisini de kurtardı. Yapılan iddialardaki baskı doğru, öldürme yakıştırmaları ise tamamen yalandı, uydurma idi.

Bu komisyonun raporu dolaysıyla, ben şahşen Cemal Azmi Bey’in büyük insanlığını gördüm. Başka biri olsaydı, belki de umumî müfettişin, Bâbıâli’nin taltifine ulaşmak macıyla kötülük edebilirdi. Cemal Azmi Bey ise yazdığı mufassal telgraf şeklindeki raporunda:
“Canımı feda edercesine görevimi yaptığımı ve bu cansiperane hizmetten ötürü, ikinci rütbe Mecidî nişanı ile onurlanmamı ileri sürüyordu.”[5]

Selânik Valisi Hasan Fehmi Paşa, Cemal Azmi Bey’in bu raporu ile, olayları yakından takip eden konsolosları, Bâbıâli’yi ve umumî müfettişi ikna ederek olayı kapatmış, ayrıca da başarılı çalışmalarından dolayı Razlık Kaymakamı Tahsin Bey’e teşekkür telgrafı çekmişti.[6]
Cemal Azmi Bey, Kosova Merkez Kazaları kaymakamlığında bulunduğu sırada gizli İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne girerek İkinci Meşrutiyet’in ilânında aktif rol oynar. Meşrutiyet’in ilânının ardından, 25 Ocak 1909 tarihinde Senice Mutasarrıf vekilliğine tayin edilir. Bu görevde asaleti tasdik edildikten sonra, 19 Temmuz 1911’de Siverek, 11 Temmuz 1912’de Bolu, 9 Nisan 1914 tarihinde ise Lazistan Sancağı Mutasarrıfı olur.[7]

Trabzon Valiliği

Birinci Dünya Harbinin patlak vereceği emareleri belirmeye başladığında, iktidarda bulunan İttihad ve Terakki Hükümeti de savaş ihtimalini gözönüne alarak gerekli hazırlıkları yapmaya başlamıştı. Bu hazırlıklar cümlesinden olarak, İttihad ve Terakki ve Teşkilât-ı Mahsusa’nın İstanbul’daki ileri gelenleri savaş hazırlıklarını yürütmek, muhtemel savaş bölgelerindeki faaliyetleri organize etmek üzere çeşitli bölgelere gönderildiler. İttihad ve Terakki Trabzon murahhaslığına, bu teşkilâtın fedailerinden, eski asker Nail Bey (Yenibahçeli Nail) tayin edilmişti. Nail Bey, İttihad ve Terakki Merkez-i Umumi azasından Rıza Bey (Yusuf Rıza Bey) ile Trabzon’a giderek çalışmalara başladı.

Nail ve Rıza beyler Trabzon’da teşkilât yapmak göreviyle meşgul olurken, öncelikle mıntıkalarında bulunan mülki amirliklere kendi ölçülerine göre “çalışkan, müstakim, ve dağ­larda bulanan eşkıyayı kendilerine inkıyat ettirecek (teslim ettirecek)” kişileri tayin ettirmeye çalışıyorlardı. O tarihte Rize Sancağı Mutasarrıfı olan ve “eli sopalı mutasarrıf” nâmı verilen Cemal Azmi Bey’in bu vasıflara uygun olduğu düşünülerek Trabzon Valiliğine tayinin yapıl­ması sağlanmıştır.[8] Kendisine olağanüstü sivil ve askerî yetkiler de tanınan Cemal Azmi Bey’in Trabzon Valiliği dört yıla yakın sürdü.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu hazırlayan bu harp yılları, ülkenin olduğu gibi Trabzon’un da en hicranlı yıllarıydı. Birinci Dünya Harbi başladığında Trabzon Vilâyeti 1.222.947 kişilik bir nüfusa sahipti. İpek Yolunun denize açılan kapısı olan Trabzon, konumu itibariyle hayatî önemi haizdi. Yeterli tarım arazisine sahip olmamasına rağmen hem kala­balık nüfusunu, hem de bölgesinde konuşlandırılan 3 ncü Ordu’yu beslemek; limanı ve özel­likle karayolu ulaşımı elverişsiz olmasına rağmen de Ordu’nun ihtiyaç duyduğu her türlü malzemenin ulaştırılması işlerini üstlenmek zorundaydı.

Teşkilât-ı Mahsusa ve Cemal Azmi

Dünya Harbi’nin başlamasıyla birlikte Trabzon, çeşitli ülkelere ait istihbarat teşki­lâtlarının önemli üslerinden biri haline gelmişti. Almanya, İngiltere, Rusya, İran, İtalya, Fransa ve Yunanistan gibi ülkelerin konsolosluklarının, okul ve benzeri kuruluşlarının bulunduğu şehirde beşinci kol faaliyetleri yoğunluk kazanmıştı. İtilâf devletleri Ermenileri, Rumları ve Gürcüleri çeşitli vaadlerle Osmanlılar aleyhine kışkırtmak, isyan çıkartmak, çeteler halinde örgütlendirip silâhlandırarak askeri arkadan vurdurmak için yoğun şekilde çalışırlarken, Al­manlar daha ziyade Gürcüleri Ruslara karşı teşkilâtlandırmak için üs olarak Trabzon’u seç­mişlerdi. Buna mukabil Enver Paşa’nın kurduğu Osmanlı entelijans teşkilâtı (Teşkilât-ı Mah­susa) da Küçük Efendi nâmı ile tanınan Kara Kemal, Yakup Cemil, Yenibahçeli Nail, Rıza, Filibeli Hilmi, Dr. Bahaeddin Şâkir gibi önemli mensuplarını bu bölgede görevlendir­mişti. Vali Cemal Azmi Bey, Trabzon ve çevresinde yoğun faaliyetlerde bulunan Teşkilât-ı Mahsu­sa’ya her türlü destek ve yardımı veriyor, toplantılarına katılıyordu. Bilahare intisap merasimi ifa edilerek bu gizli teşkilâtın mensubu durumuna gelmişti.[9]

Teşkilât-ı Mahsusa, Rusya ile muhtemel bir harpte, gayr-i nizami harp etmek üzere bölgede çeteler teşkil edilmesine ve çetelerin içinde yer alacağı Teşkilât-ı Mahsusa alaylarının kurulmasına hız vermişti. Bu çetelerin önemli bir kısmı ise Rize bölgesinde dolaşan eşkiyadan oluşmuştu. Eşkiyanın dağdan inmesini ve çeteler halinde adıgeçen teşkilâtın emrine girmesini, daha önce bölgede Mutasarrıflık yapmış olan Cemal Azmi Bey sağlamıştı.

Cemal Azmi Bey eşkiyaya; “Vatanın geçirdiği tehlikeli anlarda şekavete devam etmelerinin doğru olmadığını, dehâlet ederek memlekete hizmet etmelerini ve şayet dehâlet edecek olurlarsa hükümetin atıfetine mazhar olacaklarını, aksi takdirde satvet-i hükümetin kendilerini her surette tenkile muvaffak olacağı” şeklinde haberler göndermişti. Vali Bey’in vilâyet sathında faaliyet gösteren eşkiya elebaşılarına gönderdiği bu mesaj, kısa zamanda etkisini gösterdi. Dağdan inen eşkiyadan çeteler oluşturularak cephelere gönderildi.[10]

Cemal Azmi Bey’in çete teşkili çalışmaları hakkında, o sıralar Pulathane[11] Tabur Ko­mu­tanı olan Binbaşı Süleyman Bey, manzum olarak kaleme aldığı hatıratında şöyle diyor:

Belediye reisi bir gün gelmişti bana
Dedi; “Vali istiyor, gideceğiz yanına.”
Gittik gördük Valiyi, dedi; “Otur şuraya
Bilir misiniz, ne için siz geldiniz buraya?
Altıyüz eşkiya var, bunlar harbe gidecek
İyi hizmet göreni hükümet affedecek.
Bunların başlarına bir kumandan istiyor
Oraya da ahali hep seni gösteriyor.”
Dedim ki: “Ben askerim, benim kumandanım var
Her ne emrederlerse ona itaatim var.”
Dedi; “Bizim de sizden istediğimiz budur
Şimdi buyurun gidin, bütün arzumuz odur.”
Birkaç saat sonra gittim Pulathane’ye
Baktım şifreler gelmiş bizim yazıhaneye.
Biri Ordudan idi, birisi de Fırkadan
Şu mana çıkıyordu bu her iki şifreden.
Bilâ-müddet mezunsun git Valinin emrine
Zâbitândan birini vekil eyle yerine.
Gittim doğru Valiye emirleri gösterdim.
Bir şerefli iş görmek zaten ben de isterdim.
Koydu masa üstüne on Osmanlı altını
Dedi; “Elbise için alın şimdilik şunu.
Bunun ile bir sivil elbise yaptırırsın
Beylikten de bir binek hayvanı aldırırsın.
Bu çete efradı ile hududa gideceksin
Onların hizmetini sen tasdik edeceksin.
İki üç güne kadar yola çıkmalısınız.
Ona göre bugünden hazırlanmalısınız.”[12]

Oluşturulmalarında, silâh, teçhizat ve iaşelerinin temininde Cemal Azmi Bey’in büyük gayretleri olan bu çetelerin bir kısmından, -kötü sevk ve idareleri sonucu- maalesef istenilen ne­tice elde edilemedi. Büyük bir kısmı ise, harbin nihayetine kadar, vatan savunmasında kahramanlıklarla dolu çok büyük yararlılıklar göstermiş, Ruslara ağır kayıplar verdirmiş­lerdir.[13]

Ermeni Faaliyetleri ve Rusya

Yukarıda değinildiği gibi harp öncesi ve sırasında Rusya, Ermenilere bağımsızlık vaadinde bulunarak onları kendi tarafına çekmek, kendi topraklarında bulunan Ermenilerden çeteler oluşturmak, orduyu arkadan vurdurmak, isyan ve kargaşa çıkartmak için de ülke içindeki Ermenileri teşkilâtlandırmak yönünde yoğun faaliyetler yürütüyordu. Vali Cemal Azmi Bey bu faaliyetleri yakından takip ediyor ve mukabil tedbirleri almaya çalışıyordu. 8 Ekim 1914 tarihiyle çektiği şifreli telgrafta, Hopa Kaymakamlığı vasıtasıyla elde ettiği, Rusların bu yöndeki faaliyetlerine dair bilgileri Hükümete şu şekilde bildiriyordu:

“Rusya’daki Osmanlı ve Rus Ermenilerinden 800 kişilik bir çetenin Rus Hükümetince teslih olunarak (silâhlandırılarak) evvelsi akşam geceleyin Batum’dan hareket ederek Artvin taraflarına gittikleri ve bunların Artvin ile Ardanuç arasında taksim edileceği ve Rus Hükümetinin verdiği istiklâl vaadi üzerine memalik-i Osmaniye’de ihtilâl-i asayiş ve taarruz maksadiyle teşekkül eylediği ve bu komitenin gönüllü miktarı Rumlar ve Ermenilerden vesaireden ibaret olarak 7000’e baliğ edileceği ve güya Türk çetelerinin İran ve Ermiye cihetinden taarruzunda bunlar da hudutlarda taarruza ve ika-yı faziha cüret edecekleri haber verilmiştir.” [14]

Trabzon, Anadolu’nun en işlek limanı olduğundan Ermenilerin seferberlikten önce de bu bölgede düzenli komita teşkilâtları ve şubeleri mevcuttu. Buradaki Ermeni komitaları Sivas, Karahisar-ı şarkî (Şebinkarahisar), Van, Erzurum gibi bölgelerdeki Ermeni çetelerine silâh sevkıyatını Trabzon ve civarındaki iskelelerden bu bölgelere ticari eşya sevk eden büyük tüccarlar aracılığı ile yapıyorlardı. Ermenilerin silâh ihracatı için bir önemli iskele de Giresun limanı idi. 1916 yılında yayınlanan “Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekât-ı İhtilâliyesi” adlı belgelere dayalı eserde bu hususta şu bilgiler yer alıyor:

“Burada komisyoncu Vahan Badriyan ile Kel Artin ismindeki iki şahıs bütün bu silâh ihraç ve sevkıyatını idare etmişler ve adı geçen Artin’in Rus vapurundan çıkarmakta olduğu bir saman balyasının vinçten gevşeyerek dağılması üzerine arasından dörtyüz martin ile birçok mavzer tüfekleri ve hayli miktarda mermi çıkmış ve rüsumat ambarından Ermeni balyaları ait ticari mallar arasında da birçok tüfek ve cephane bulunmuştur.”[15]

Ermeniler, Trabzon’da ve Trabzon’a bağlı sancak ve kazalarda ekonomik bakımdan yüksek bir konumda bulunuyorlardı. Dünya Harbinin başladığı ilk gönlerde ilân edilen seferberliğe kendileri uymadıkları gibi Türkleri de askerlikten nefret ettirmeye çalışmışlardı. Trabzon’un ve Giresun’un Rus donanması tarafından bombardımanları sırasında sevinç götse­rileri yapmışlar, Müslüman halkı tahkir etmek suretiyle tahammül edilemez taşkınlıklarda bulunmuşlardı. Ermeni papazları, Ermeni köylerini dolaşıyorlar ve “Az zaman sonra Türkler Ruslara mağlûb olacaklar. Ruslar önden, biz arkadan Osmanlı ordusunu perişan edeceğiz.”[16] tarzında konuşmalar yaparak Ermenileri isyana, eli silâh tutan fertleri askerde olan Müslüman ahaliyi katletmeye teşvik ediyorlardı. Bunun sonucu da Osmanlı ordusunda silâh altında bulunan Ermeniler silâhlarıyla birlikte firar ederek ya Rusların tarafına geçiyor, ya da arkadaki Ermeni çetelerine katılarak orduyu arkadan vurmaya çalışıyordu.

Uzun yıllar Balkanlarda görev yapan Cemal Azmi Bey, bu bölgede baş gösteren ayrılıkçı faaliyetlere karşı takınılan müsamahakâr tavrın ne büyük facialara sebep olduğunu bildiğinden Vali olarak bölgesinde mümkün olan tedbirleri almaya ve gerekli uyarılarda bulunmaya çalışmıştır.

Ermeni Tehciri

Rusların ve diğer İtilâf devletlerinin Anadolu’da müstakil bir Ermeni devleti kurdu­racakları vaadiyle kandırdıkları Ermeni komiteleri, savaş sırasında Osmanlı Devleti aleyhine İtilâf devletleri yanında faaliyetlerine hız vermişlerdi. Bu faaliyetlerin belli başlıları şunlardır:

- Ermeni komite mensupları askerî sevkıyatın yapıldığı yolları tahrip ediyorlar, köprüleri havaya uçuruyorlardı. Bunların bazı limanları mayınlamaya bile teşebbüs ettikleri tesbit edilmişti. Ermeni çeteleri, cephelere sevk edilen asker ve askerî malzemeyi yol güzergâhlarında kurdukları pusulara düşürerek, insanları katl ediyor, malzemeye el koyuyorlardı.

- Askerî mühimmat ve cephanelerin bulunduğu depolara sabotajlar düzen­lemeye başlamışlardı. Cephelerde ve cephe gerilerinde isyanlar çıkarmaya başlamışlardı.

- Mektep, kilise, hastahane ve hatta Amerikan insanî yardım kuruluşlarının mekânlarına stok ettikleri silâhlarla teşkil ettikleri kalabalık ve kuvvetli çetelerini silâhlandırarak, Türk ve Müslüman köylerini basıyorlar ve kadın-erkek, çocuk-ihtiyar demeden masum insanları toplu halde katlediyorlardı. Bundan maksatlarının, katliam yaptıklar bölgelerde nüfus oranını lehlerine çevirmek olduğu anlaşılıyordu.

- Osmanlı’ya düşman olan, istisnasız bütün devletlere casusluk yaptıkları tesbit edilmişti. Dünyanın her tarafına uzanmış teşkilâtları ve propaganda imkânları ile aleyhimize büyük kampanyalar yürütüyorlardı.

- Hududa yakın yerlerde sulara zehir kattıkları ve ilâç ambalajlarını değiştirilerek içlerine zehirli ilâçlar koydukları defalarca tesbit edilmişti.
Ermeni komitelerinin, Seferberliğin ilânından itibaren 10 aya yakın sürdürdükleri, bu ve benzeri faaliyetleri karşısında mahalli tedbirlerle başa çıkamayan Hükümet, 27 Mayıs 1915 tarihinde Ordunun emniyetini sağlamak için, harp sahasında bulunan Ermenilerin iç bölgelere göç ettirilmesini bir tedbir olarak düşündü ve daha sonra ‘tehcir kanunu’ olarak adlandırılan kanunu çıkarttı. İçinde Ermeni adı geçmeyen bu düzenlemenin hedefi Ermeni halkı değil, kanlı, zâlim, akıl almaz vahşet ve cinayetler işleyen Ermeni komiteleri idi.[17] Bu kanun Trabzon Vilâyeti’nde, Vali Cemal Azmi Bey’in yönetiminde uygulandı ve tamamen hukukî bir çerçevede gerçekleştirildi, sürekli Hükümetin talimatları ve bilgilendirilmesi ile yürü­tüldü.[18] İddia edildiği gibi bu uygulamada bir katliam ve soy kırım katiyyen söz konusu ol­mamıştır. Ancak, hava şartlarının müsait olmaması, bulaşıcı hastalıkların yaygınlığı insan te­le­fatına sebep olmuştur. Buna ilâveten, alınan tedbirlere rağmen sevkıyat sırasında -maalesef- zaman zaman kötü muamele, öldürme ve yağmalama olayları meydana geldiği de bir gerçek­tir. Ancak, Hükümetin bu olayları yapan veya sebebiyet veren kişiler hakkında gerekli işlem­leri yaptığı da belgelerle sabittir.


Trabzon - Hamsiköy Dekovil Hattı ve Harp İçinde Nakliyat


1914 yılında Trabzon, demiryolunun dekovil denen ibtidai şekliyle tanıştı. Birinci Dünya Harbi esnasında Kafkas Cephesi’nde görev yapan Üçüncü Ordu’ya yapılacak sevkıyat için yegâne müsait yol Trabzon - Erzurum yolu idi. Başkumandanlıkça, Üçüncü Ordu’nun ihtiyaç duyduğu silâh, techizat, mühimmat, gıda ve giyecek gibi malzemeden her gün 150 ton eşya ve erzak bu yoldan sevk edilmesi plânlanmıştı. Bu plân gereği seferberlik ilânı öncesi bu yolun mevcut durumunu düzeltmek gereği duyuldu ve sevkıyatta kullanılan insan, hayvan ve otomobil gücünün yanına demiryolunun da eklenmesine karar verildi. İlk etapta Trabzon’dan Maçka’ya, oradan da Hamsiköy’e bir dekovil hattı yapılabilmesi için gerekli malzeme Trabzon’a gönderildi.[19]
Adını mucidi Paul Dekauville’den alan, 0,40-0,60 m. ray aralığı bulunan bu demiryolunun yapımı için gerekli malzemenin ebadı küçük, montajı kolaydı. O nedenle seferberliğin başlamasıyla birlikte gönderilen bu malzeme ile Trabzon - Hamsiköy dekovil hattı inşaatı hızla başladı. Vali Cemal Azmi Bey önderliğinde Trabzonluların fedakâr gayretleri sonucu Ocak 1915 tarihinde tamamlandı. Hattın Zigana Köyü’ne kadar devamı istenmişse de yoğun kar yağışı çalışmaları engellediğinden vazgeçilmiştir.

Vali Cemal Azmi Bey’in ve Trabzon İhraç Kumandanı Ferik Neşet Bey’in mükerrer taleplerine rağmen bu hatta lokomotif gönderilememiştir. Vagonları çekmek üzere lokomotif temin edilemediğinden bu işlevin hayvanlarla görülmesi düşünülmüş, ancak yeterli hayvan bulunama­dığından vagonlar insanlar tarafından çekilerek nakliyat sürdürülmüştü.[20] Trabzonlu, harp vesilesiyle, ilkel de olsa, lokomotifi kendisi olmak şartıyla, demiryolu ile tanışmıştı. Ancak, bu hatta ve olağan üstü gayretlere rağmen Trabzon’dan Üçüncü Orduya günde azamî 40 tonluk sevkıyat yapılabiliyor, bu ise ihtiyacın çok altında kalıyordu.[21]

Doç. Dr. Süleyman Beyoğlu, arşiv belgelerine dayandırdığı ve Trabzon tarihi ile ilgili bir sempozyumda sunduğu tebliğinde o günün Trabzon’unun ulaşım imkânlarını, daha doğru­su imkânsızlıklarını şöyle tesbit ediyor:

“Arazi yapısı oldukça engebeli olan Trabzon’da yollar yeterli olmadığından özellikle deniz yoluyla taşımacılık yoğunluk kazanıyordu. Ancak Rus harp gemilerinin gidip gelen kayıkları taciz ve tahrip etmesi deniz taşımacılığını azalttığı gibi, riskli hale getiriyordu. Aslında kayık sayısı artan ihtiyaca yetmiyordu. Trabzon ve 3. Ordu için gerekli eşya ve zahirenin sağlanması karayolu kullanımını her geçen gün arttırdı. Karayolu taşımacılığı eşek, at, öküz arabaları veya develerle yapılıyordu. Mevcut araba ve yük hayvanlarının azlığı ile engebeli yol ve arazileri aşma zorluğu insan faktörünün taşımacılıktaki önemini bir kat daha arttırıyordu. Meselâ 1915 yılı başlarında Trabzonlular her gün 100.000 - 150.000 kilo erzak ve levazımı 3. Orduya taşıyordu. 3. Ordu devamlı ve zamanında erzak ve levazım istiyor, Valilik ise erzak ve nakliye vasıtalarının azlığından yakınıyordu.” [22]

Vali Cemal Azmi Bey ve ekibi nakliyede yaşanan bu zorlukları aşmanın yolunu, halkla bütünleşmekte ve onların vatan sevgilerini harekete geçirerek insan üstü bir gayretle çalış­ma­larını sağlayacak teşkilâtları kurmakta buldular. Bu teşkilâtların en önemlilerinden birisi Ha­mal Taburları idi. O ünleri yaşayan Mustafa Reşit Tarakçıoğlu bu taburlar ve nakliyat hakkın­da şu bilgileri veriyor:

“Kafkas cephesine gönderilmek üzere İstanbul’dan yük veya savaş gemileri ile Trabzon Limanı’na gelmiş olan türlü savaş eşya ve araçlarını vakit geçirmeksizin çarçabuk gemilerden iskeleye çıkarmak ve oradan da Erzurum’a gönderilmeleri için iskele üzerinde uzun boylu alıkoymayıp Maçka’ya doğru şehirden uzaklaştırılmaları lâzımdı. Zira, Trabzon’a oldukça yakın bulunan Batum Limanından bir Rus denizaltısının Trabzon Limanına sokularak savaş gemilerimizi torpillemeleri veya savaş gemilerinin iskeleye yığılmış olan malzemeleri top ateşine tutarak yok etmek ihtimalleri vardı.

İşte bu nedenlerden ötürü boşaltma ve kaldırma hazır kuvveti olarak “Hamal Taburu” adı altında bir tabur meydana getirilmişti. Bu tabura denizcilikte veya hamallıkta yetişmiş olan genç askerler alınmakla beraber, aralarına boyun bağlı tüccar çocukları da sıkıştırılmıştı. Hamal Taburu erleri evlerinde yatar, çoluk çocuklarının sofralarında yemeklerini yer, ölüm tehlikesinden ve gurbet hasretinden uzak olduğu için her genç bu tabura girmek için bin kapının tokmağına sarılırdı.

Gemilerden cephane sandıkları iskeleye çıkarılıp yığılınca, bunların bir an önce arabalara yükletilmesi için yalnız Hamal Taburu’nun erleri değil, başta Trabzon’un vatanperver, gayretli Valisi Cemal Azmi Bey olmak üzere, sivil halkın sandıkları omuzlayıp taşıdıklarını gözümle gördüğüm gibi, o çalışmalara ben de bir kaç defa katılmıştım.”[23]

Olağanüstü şartlar ve imkânsızlıklar sebebiyle, Trabzon’a askerî malzeme ve mühimmat taşıma görevi, yük gemileri yerine donanmanın efsane gemileri Yavuz ve Midilli’ye verilmişti. Yapılan bu teşkilât sayesinde, Trabzon Limanı’na giren Yavuz yarım saatte, Midilli ise 15 dakikada boşaltılarak Limanı terk etmeleri sağlanıyordu. Midilli Kruvazörünün o günkü subaylarından Dönitz, böyle bir seferde Trabzon’da Vali Cemal Azmi Bey’in kendilerini karşılamasını ve geminin boşaltılması için oluşturulan müthiş organizasyonu şöyle ifade ediyor:

“Midilli yaklaştı, şehir daha büyüdü. Bir motorbot gemiye doğru yöneldi. Vali ve liman reisi gemiye geliyordu. Getirdiğimiz şeyleri teslim almak için her şeyi hazırlamışlardı. Mavna filoları (!) etrafta kürek çekip dolaşıyorlardı. Midilli stop etti ve demirledi. Mavnalar aborda oldular. Halatlar atıldı. Her taraftan bordamızın serbest olan her yerinden hummalı bir acele ile malzemenin boşaltılması başladı.”[24]

Mamut Goloğlu, Trabzon Tarihi adlı eserinde 1915 Eylül ayı içinde nakliyatı sağladığımız 300 kadar yelkenliyi Rus donanmasının yok ettiğini belirterek diyor ki:

“1915 Ekiminde Türk ordusunun yiyecek ve donatım eşyasındaki sıkıntısı son dereceye vardı. Buna bir çare bulabilmek için Elâzığ, Bitlis, Trabzon Valileri 14.10.1915’te Erzu­rum’da toplandılar. Trabzon ilinin her gün 50 ton yiyeceği Erzurum’a gönderilmek üzere Bay­burt’a yollamasına karar verildi. Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey görevi kabullendi ve eşsiz acılar içindeki Trabzon bu vatan hizmetine de dört elle sarıldı. Vali Cemal Azmi Bey, olağanüstü bir çaba ile büyük hizmetlerde bulundu. Ordu Komutanlığı bu durumu takdirle karşıladı.”[25]
Vali Cemal Azmi Bey, 3. Ordunun ihtiyaçlarının nakli faaliyetlerini Trabzon’un işgalinden sonra vilâyet merkezini taşıdığı Ordu’da da, bütün imkânsızlıklara rağmen, aynı hızla sürdürdü. Bu hususta Süleyman Beyoğlu şu bilgiyi veriyor:

“3. Ordunun ihtiyacı olan erzakın bir kısmı denizden Ordu ve Giresun’a geliyordu. Erzak Ordu’dan Mesudiye’ye Giresun’dan Tamdere’ye sevk ediliyordu. Hayvan hastalıkları ve askerin satın alması nedeniyle ahali elindeki nakliye araçları yok denecek kadar azalmıştı. Bu nakliyat genellikle askerlik çağı dışındaki erkeklerle, kadınların sırtlarında yapılıyordu. Bu davranış Trabzonluların seferberlik başından beri orduya karşı gösterdikleri fedakârlığın güzel bir örneğiydi. Vali Cemal Azmi Bey bunu, ‘Bir kadının kar üstünde arkasında 30-40 okkalık yüküyle 70-80 km’lik mesafeyi almış olması halkın hamiyet ve muhabbetini gösterir’ ifadesiyle anlatıyordu.”[26]

Trabzon Vilâyeti halkı, Cemal Azmi Bey önderliğinde gerçekten aşılması mümkün görülmeyen büyük engelleri vatan aşkıyla aşıyor ve vatanı için kendisinden bekleneni fazlası ile yerine getiriyordu. Vali Cemal Azmi Bey de Trabzon Vilâyeti halkının ordu ve vatan adına her türlü fedakârlığı yaptığını, denizden kayıklarla, karadan karlarla kaplı 35 saatlik yolda yaya olarak sırtlarında erzak taşıdıklarını vurguluyordu.[27]

Askerin Giyecek İhtiyacının Karşılanması ve Acil Sabun Talebine Çözüm:
Zeytin Yağı Yerine Fındık Yağından Sabun

Harp yıllarında, yurt genelinde görülen zeytinyağı ve sabun darlığı çok önemli problemlerden birini teşkil ediyordu. Sabun temin edilemediğinden halkın sağlığı yeterince korunamıyor, özellikle asker arasındaki salgın hastalıklar giderek daha fazla can alıyordu. Bu zor günlerde, Trabzonlunun pratik zekâsı Vali Cemal Azmi Bey’in organizatörlük kaabiliyetiyle birleşerek, orduya gönderilmek üzere fındık yağından sabun imal edilmiş ve bu sıkıntının bölgeye yönelik kısmı önemli ölçüde çözülmüştü. İlk etapta kurulan iki kazanda haftada 5.000 kilo sabun elde ediliyordu. Vali Cemal Azmi Bey’e göre bu sabun, zeytinyağından yapılan sabundan hiç de farklı değildi. Üstelik de daha ucuza elde ediliyordu.[28]

3. Ordunun kaput, elbise, ayakkabı, çamaşır gibi ihtiyaçlarının bir kısmı da Trabzon’da kurulan imalâthaneden karşılanıyordu. 400-500 kişinin çalıştığı imalâthanede her ay orduya 5.000 takım giyecek elbise, 3.000 çift ayakkabı, 25-30.000 kadar da ekmek torbası yapılmaktaydı.


Rusların Bombardımanları Karşısında Cemal Azmi Bey

Birinci Dünya Harbinin başlaması ile birlikte Rus donanması sürekli olarak Trabzon’u, çevre yerleşim birimlerini ve limanları top ateşine tutmakta; limanlarda bulunan deniz vasıtalarını imha etmekte idi. Cemal Azmi Bey, bombardımanlar karşısında halkın sükûnetini bozmaması, telâşa kapılmaması için sürekli aralarında olmuş, gerekli tedbirleri alarak normal yaşantının sürmesini sağlamaya çalışmıştır. Onun Trabzon’un bir bombardıman sırasındaki gayretleri ve bu gayretlerin halkın üzerinde meydana getirdiği tesirler, o günleri yaşayan Muzaffer Lermioğlu’nun hâtıralarına şu şekilde yansımaktadır:

“Tutuşan evlerin çatırtıları infilâk seslerine karışarak dehşetli uğultular ile etrafı sarsıyor, kıpkızıl bir cehennem haline getiriyor. Bu cehennemin içinde yalnız büyük bir adam; Vali Cemal Azmi Bey, korkusuz, fütursuz maiyetindeki bir kaç silâhlı ile her şeyin alt üst olduğu bu şehirde, bu şehrin dar sokaklarında dolaşıyor, icap edenlere emir veriyor, halka cesaret telkin ediyordu. Tam zamanında Ortahisar Camii imamı Dağıstanlı merhum Ahmet Efendi dindarâne bir tevekkülle korkusuz ve endişesiz bu cehennemin içinde tereddüt göstermeksizin, her an yıkılmak tehlikesi arzeden, top ateşleriyle sarsılan minareye çıkıyor. Her vakitki gibi metin ve vakur. Ellerini kulaklarına kaldırarak ahenkli bir sesle Allah-u Ekber!.. Allah-u Ekber!.. diye akşam ezanını okuyor. ”[29]

Trabzon’un Tahliyesi ve Vilâyet Merkezinin Ordu’ya Nakli

16 Şubat 1916 tarihinde Erzurum’un Rus kuvvetleri tarafından işgal edilmesi üzerine Vali Cemal Azmi Bey Vilâyet Meclis-i Umumî âzalarını toplayarak durumu müzakere etmiş ve Trabzon’dan ailelerin uzaklaştırılmasının yerinde ve ihtiyatlı bir hareket olacağı kararına varmıştı. Bu karar gereği Trabzon’un tahliyesi için gerekli plânlar hazırlanmış ve çalışmalar başlatılmıştı. Bu arada Rus kuvvetleri Rize’yi işgal etmişler ve Trabzon’a doğru ilerlemeye başlamışlardı. Cemal Azmi Bey’in tahliye plânlarını sağlıklı yürütebilmesi için zamana ihtiyacı vardı. Halkın bir an önce harp sahasını boşaltması için her tarafa emirler yağdırıyordu. Lermioğlu, Cemal Azmi’nin Akçaabat Kaymakamına bu husustaki talimatı hakkında;

“23 Şubat: Vali Cemal Azmi Bey telefonla halkın kasabadan çıkarılmasını, Yoroz’a kadar tekmil köylerin sivil halktan tahliye edilmesini, askerî nakliyata tahsis edilen kayıklara asker ailelerinin irkâp edilerek bir an evvel uzaklaştırılmalarını kaymakamlığa emretti” demekte ve şöyle devam etmektedir: “Defatir ve evrakı resmiye Canik’e gönderilmiş olması sebebiyle resmî dairelerle mahkemelerde zaten iş kalmamıştı. Tekmil ilçe memurları ailelerini göndererek kendileri verilecek emre intizaren yarı istirahat halinde bulunuyorlardı. Hükümet konağı da kısmen askerî sevkiyata tahsis edilmişti.”[30]

Rize’ye kadar ciddi bir direnişle karşılaşmayan Rus birlikleri, Of girişinde Baltacı Deresi ve Kelali Tepelerinde Avni Paşa’nın oluşturduğu ve mahalli halkın da kadın-erkek yekvücud iştirak ettiği ciddi bir direnişle karşılaştı. O sırada deniz üstünlüğünü tamamen eline geçiren Rus kuvvetleri büyük kayıplar vererek 20 günde bu direnişi kırabildiler. Sürekli asker ve silâh takviyesi yaparak, kendisi için büyük öneme haiz olan Trabzon’u biran önce işgal etmek isteyen düşman, her dere ağızında birliklerimizin olağanüstü savunmalarına rağmen yavaş da olsa ilerlemesine devam ediyordu.

Mustafa Reşit Tarakçıoğlu; “Düşman yavaş da olsa Trabzon’a yaklaşmakta idi. O sıralarda Trabzon Valisi olan Cemal Azmi Bey, Ordu İlçemizde (Ordu İli o zamanlar Trabzon’un bir ilçesi idi) geçici Trabzon Hükümetini kurmuştu. Trabzon Hükümetine ait en lüzumlu dosyalar, defterler sandıklara yerleştirilip kayıklarla Ordu’ya taşınmağa başlanmış idi. Trabzon Hükümeti çıkmak isteyen halkın da Giresun taraflarına doğru şehri boşaltmalarını bildirmiş idi.” diyor.[31]
Trabzon’un işgalinden bir gün öncesini, 17 Nisan 1919 gününü Muzaffer Lermioğlu’nun kaleminden aktaralım:

“On sekiz parçadan mürekkep Rus donanması Trabzon Limanına geldi. Bunlardan bir kaçı topçumuzun bulunması muhtemel olan mevakie ve en ziyade resmi mebaniye (binalara) ateş ettiler. Bu bombardıman da şehirde oldukça ehemmiyetli hasarı intaç etti. Bazı binalar yıkıldı ve yandı. Karadan Rus öncüleri Değirmendere’ye kadar yanaştılar. Bu günkü bombardıman şehirin tahribinden başka bir netice veremezdi. Halk hicret etmişti. Vali Cemal Azmi Bey son dakikaya kadar vazifesi başında kaldı. Şehirdeki inzibat kuvvetleri de Valinin emriyle şehri terketmeğe başladı. Şehirde kalanların nihayet iki saat zarfında şehri terk ve tahliye etmeleri ilân edildi. Askerî hastahanedeki nakli imkânı görülemeyen ağır yaralı ve hasta askerlerin muhafazası Rum Metropolitine tevdi edildi. Aynı gün akşam ezanına bir saat kala Vali ve son emniyet memurları da şehri terk ederek gece Akçaabat’a geldiler.”[32]

Cemal Azmi Bey Trabzon’dan ayrılmadan Rum Metropoliti Hrisantos’u çağırarak şehri ona teslim etmişti. Bilahare Rus işgalini büyük sevinç gösterileriyle karşılayan Rumların Metropoliti Hrisantos’un bu teslim işlemi sırasındaki tavrını Lermioğlu şöyle yansıtıyor:

“On iki saat evvel Vali Cemal Azmi Bey’in önünde yerlere eğilerek; Padişaha, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’ye sadakatini, sarsılmaz bağlılığını sun’i gözyaşlariyle teyit eden, halis bir Osmanlı ağzıyla:

‘Bir zamân-ı muvakkat için uzaklaşan idâre-i âdile-i Osmaniye’nin ankarip iadaten tesisini Tanrı’dan rûzüşep ve ansamimî kalb niyaz eylediğini’ söyleyen Rum Metropoliti riyakâr Hırisantos şimdi bu cemaatin başında. Bu gece latasının etekleri içli bir sevinçle saz çalıyor.”[33]
İşgal ve muhaceret günlerini bizzat yaşayan Muzaffer Lermioğlu’nun Cemal Azmi Bey hakkındaki kanaatleri ve muhacir bulunduğu Ordu’ya yönelik değerlendirmeleri ise şöyle:

“Trabzon’un işgali üzerine Vali Cemal Azmi Bey Vilâyet erkânı ile Ordu kasabasına yerleşti. O zaman Trabzon İline bağlı bir ilçe merkezi olan Ordu kasabasında vilâyet umurunu ifaya başladı. Kudretli, başarıcı, azimkâr ve cesur bir idare âmiri ve aynı zamanda müfrit bir vatanperver olan Cemal Azmi Bey’in gayret ve himmetiyle, şahsî teşebbüsleriyle az zaman içinde bu kasaba ve kazadaki muhacirlerin iskân ve iaşe işleri her yerden iyi tanzim edildi. Mumaileyhin geceli gündüzlü çalışarak dar imkânlar içinde, o günün fevkalâde hal ve şartları karşısında gösterdiği başarılar cidden takdire şayandır. Nihayet bir Ermeni kurşunu ile Almanya’da şehit edilen bu kıymetli idare âmirini burada hürmetle ve rahmetle anmayı bir borç bilirim.”[34]

Gerçekten Cemal Azmi Bey hatıralarda da ifade edildiği gibi, bütün imkânsızlıklara rağmen muhacirlere olağanüstü bir gayretle yardımcı olmaya çalışıyordu. Görevden alınması söz konusu olduğunda Sadrazam ve Dahiliye Vekili Talat Paşa’ya çektiği 10 Temmuz 1917 tarihli telgrafta, hamiyetli ve fedakâr Trabzonluları felâket günlerinde yalnız bırakmak istemediğini, ısrarla göreve devam etmek isteğini şöyle dile getirir:

“Fedâkâr Trabzonluların refik-i felâketi olmak dolaysıyla harbin şimdiye kadar hitâm bulacağı fikriyle bu hâmiyetli halkı vatan-ı hususîyelerine iade edinceye kadar Trabzon Vilâyetinde devam-ı me’mûriyetimi musırran istirham etmiş idim. Fakat harbin gayr-i muayyen müddetle uzayacağı anlaşıldı. Venizelos’un re’s-i kâra geçmesi herhalde bizim içün şâyân-ı ehemmiyetdir. Bendeniz vilayetin en mühim olan mülteci umûrunu tanzim ve bunlar içün müteaddid ve mütenevvi’ müessesât te’sis ettim. Asâyiş ve inzibâtı mahfûz bulundurdum. Hülâsa, iş burada tahfîf etdi. Böyle pek mühim ve nazîk bir zamanda kemterleri gibi iş makinesi ıttılâkına sezâ (gayretli, inşirahlı olmaya uygun) bir me’murun herhalde işi kesir ve mıntıkası vasî’ bir vilâyetde bulunması ehem ve elzem olmağla herhangi vilâyet içün olursa emr ve irâde-i fahim-ânelerine arz-ı hürmet eylerim.”

Giresun Rumlarının şikâyetleri üzerine Giresun’a giden tahkik heyeti iddiaları yerinde incelemiş ve raporlarını ilgili makamlara sunmuşlardı. Cemal Azmi Bey, iddiaların bir tertip olduğunu ve arkasında 3’nu Ordu Komutanı Vehip Paşa’nın Giresunlu Rumlarla olan menfaat ilişkilerinin yattığını iddia etmiş ve gerçeğin ortaya çıkartılabilmesi için tarafsız bir tahkik heyetinin görevlendirilmesini istemiştir.

Valilik Sonrası Hayatı

Cemal Azmi Bey 2 Şubat 1918 tarihinde Trabzon Valiliğinden ayrıldı. İtilâf devletlerinin baskısı ile tutuklanmak istendiğinden ailesiyle birlikte Almanya’ya gitti ve Berlin’e yerleşti. Burada maişetini temin için küçük bir dükkân açarak tütün ticaretiyle meşgul olmaya başladı.[35] Dükkânı, aynı sebeplerle Türkiye’den kaçarak Almanya’ya gelen Talat Paşa, Dr. Bahaeddin Bey, Dr. Nâzım Bey gibi İttihatçıların buluşma merkezi haline gelmişti.

Türkiye’de ise oluşturulan Divan-i Harp’te Trabzon Ermeni Tehciri dolaysıyla 26 Mart 1919 tarihinde gıyabında yargılanmaya başlandı. 27 Mart tarihli Vakit gazetesinin ikinci sayfasında, “Trabzon Tehcirinin Muhakemesi Başladı” başlığı altında verilen mahkeme zabtında “Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey hal-i firarda bulunduğu cihetle alel usul kendisine ita edilen on gün mühlet hitam bulduğu halde müracaat ve isbat-ı vücut etmediğinden müdde-i umuminin canibinden gıyaben talep edilen mahkemesi heyet-i hakimece bilkabul mahkemeye ibtidar olundu.” ifadesi yer alıyordu.

21 Mayıs 1919’da sonuçlanan mahkeme, Ermenilerin asılsız ve mesnetsiz iddialarına dayanarak, Cemal Azmi Bey’i suçlu bulmuş ve idama mahkûm etmişti. Divan-ı Harp, aynı gerekçelerle aralarında Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ile Bayburt Kaymakamı ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey de olmak üzere birçok kişiyi idam etmiştir. Genel kanaat, Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi adı verilen bu mahkemenin kararlarının adilâne değil, Ermenileri ve onların hâmisi olan devletleri memnun etmeye matuf zalimâne kararlar olduğu yönündedir.[36]

Mahkemenin bu kararlarına muhatap olan, tehcir döneminin Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın konu hakkında söyledikleri son derece önemlidir. 15 Mart 1921 günü Berlin’de Ermeni kurşunlarıyla hayata veda eden eski Sadrazam Talat Paşa hatıralarında şöyle diyor:

“Bugün bu satırları tarihe tevdi ederken aradan iki seneyi aşkın zaman geçmiştir. Hergün artan ikazlar alıyorum. Ermenilerin beni ve çok yakın arkadaşlarımı öldüreceklerine dair... Olabilir. Bu cinayetler, neticeleri değiştirmez, bilâkis kanaatlerin kanaatlerin müseccel varlıklarına yeni bir mühür vurur.
Ermenilerin tehciri, bizlere yükletilen ittihamların siklet merkezini teşkil eder. Bu isnadın nasıl peşin maksada dayandığının ilk tecellisi, ileri sürülen rakamlar ve vak’alardır: Ermeni ölüsü mevcudundan çok gösterilecek kadar garabetlere döndürülmüştür. Bir ırktan mevcudun fazlası nasıl imha edilebilir? (.....)

Devlet tedbirlerine muhatab olan Ermeniler, Ordunun yollarını kesmek, köprüleri uçurmak, suları zehirlemeye kadar uzanan aklın almıyacağı sabotajlar yapmak, masum Türkleri insafsızca boğazlamak gibi tüyler ürpertici cinayet ve şenaat işlemiş olanlardır. Devletin hedefi, vatanı ve milleti bu tasallut ve zulümden kurtarmak olmuştur. Hangi meşrû devlet bu vazifesini yerine getirmez? Devletin mevcudiyet sebebi nedir? (....)

Bir memleketin harb içinde müdafaa kaderi, ordusunun emanetindedir. Bugün çok yanlış bir şekilde Tehcir denilen hâdise; Ermeni komitecilerinin ordunun gerisini emniyet edilemez hale getirmek kasıtlı faaliyetlerinin meşru müdafaa tedbiri olarak alınmıştır. O ölüm-kalım günlerinde, mahdud imkânlarımızla vatanı müdafaaya gayret ederken, başımıza böyle bir dert açmış olanların karşılaştıkları âkıbet, emin olunuz ki, bir başka memlekette olsa idi daha çok sert ve kat’i olurdu. Biz sadece müdafaa kaldık...
Bu korkunç suikasttan vatan sıyrılabilmişse bizler vazifemizi yapmışızdır demektir. Onlar gayelerine vasıl olsa idiler bizler bugün burada, böyle bir mevzunun ne izahçısı, ne muhatabı olabilirdik.”[37]

Berlin’de Şehadeti

Erivan’da toplanan Batı Ermenileri İkinci Kongresi’nde (6-13 Şubat 1919); Berlin’de ailesi ile birlikte mütevazı bir hayat süren Cemal Azmi Bey’in, Talât Paşa, Said Halim Paşa, Cemal Paşa ve Dr. Bahaeddin Şâkir Bey gibi kişilerle birlikte öldürülmesine karar verilmiş ve bu kararın uygulanması, ölüm listesinde yer verilen bu kişilerin bulundukları yerlerde vurulmaları için özel timler görevlendirilmişti.[38] Ermeni katillerden oluşan bu timlerin Berlin’deki ilk hedefleri eski Sadrazam Talât Paşa olmuştu. 15 Mart 1921 tarihinde vurulan Talât Paşa’nın katilleri Alman hükümetinin müsamahasına mazhar olmuşlar ve salıverilmişlerdi. Bu durum katilleri cesaretlendirmiş ve seri cinayetlerine Roma’da Said Halim Paşa, Tiflis’te Cemal Paşa ile devam etmişlerdi. Sırada ise Trabzon eski valisi Cemal Azmi ile İttihad ve Terakki yöneticiliği ve Teşkilât-ı Mahsusa Alay Kumandanlığı yapmış olan Dr. Bahaeddin Şâkir vardı.

Cemal Azmi ve Bahaeddin Şâkir, yalnız kaldığı için hayatından endişe ettikleri Talat Paşa’nın eşi Hayriye Hanımı vatana dönmeye iknaya çalışıyorlardı. 17 Nisan 1922 günü yanlarına Dr. Rusuhî Bey’i de alarak aileleriyle birlikte, ikna çabalarına devam etmek üzere Hayriye Hanım’ın evine gitmişlerdi. Ziyaretten sonra akşam saatlerinde hep birlikte dışarı çıkmışlardı. Uhland Strasse üzerinde yürüdükleri bir anda, kendilerini takip eden iki Ermeni plânlarını uygulamaya koymuşlar ve Cemal Azmi Bey ile Dr. Bahaeddin Şâkir’i ailelerinin gözleri önünde, Almanya’nın başkenti Berlin’in en işlek caddelerinden birinde vurarak şehit etmişlerdir. Alman polislerinin gözü önünde işlenen bu cinayetten sonra katiller olay yerinden rahat bir şekilde uzaklaşmışlar ve bilahare de ortaya çıkartılmamışlardır.[39]


Foto: Şehit Bahaeddin Şakir ve Trabzon eski Valisi Mehmed Cemal Azmi Bey’in cesetlerinin alınan fotoğrafı. Üzerindeki “Muhterem Paşa Hazretlerine, Sevgili Baha’mızın feci şehadeti hatırası Mayıs 1922” yazısından fotoğrafın Enver Paşa’ya gönderildiği anlaşılıyor. (Kaynak: Türk Tarih Kurumu Arşivi)


Şehadetleri kamuoyunda geniş yankı yapan Cemal Azmi Bey ve Dr. Bahaeddin Şâkir beyin naaşları Berlin’de yaşayan Türkler ve Müslümanlardan müteşekkil bir grup tarafından morgdan alınarak düzenlenen cenaze merasiminden sonra Berlin Türk Şehitliğinde toprağa verildiler. Yazmış olduğu “Türk Alman Dostluğunun Simgesi Berlin Türk Şehidliği” adlı kitabında Hamit İskender, Cemal Azmi ve Bahaeddin Şakir Beylerin cenaze merasimlerinin ve mezarlarının fotoğraflarına da yer vermektedir.[40]


Foto: İttihatçıların Berlin’de neşrettikleri Liva-el İslâm Mecmuasının 1 Haziran 1922tarih ve 9-10’ncu sayısında yer alan Cemal Azmi ve Bahaeddin Şakir Beylerin şehadetleri ile ilgili yazının ilk sayfası.
Cinayetler Türk Basınında

İstanbul gazeteleri, Ermeni komitacıları tarafından Cemal Azmi ve Dr. Bahaeddin Şâkir beylere düzenlenen suikastı, haber ajanslarının telgraflarına dayanarak okurlarına duyurmuşlardı. Ajanslardan gelen ilk telgraflarda suikasta uğrayanlardan birisinin öldüğü, diğerinin ise yaralı olduğu bildirilmekteydi. Daha sonra gelenlerde ise ikisinin de vefat ettiği belirtiliyordu. Olayı, o günün gazetelerinden İkdam, 20 Nisan 1922 tarihli sayısının birinci sayfasında;

Bahaeddin Şâkir Beyle Cemal Azmi Bey
Berlin’de Suikasda Maruz Kalmışlar ve Bunlardan Biri Maktul; Diğeri Mecruh Düşmüştür. Katiller Bu Def’a da Firar Edebilmişlerdir

başlığı ile haberleştirilmişti. Ajans telgraflarının mehaz gösterildiği bu haber aynen şöyle idi:

“Berlin 18 (T.H.R) - Berlin’in garb mahallesinde eşhas-ı mechule tarafından iki kişiye rovelverlerle taarruz vuku bulmuştur. Bunlardan biri maktul, diğeri ağır surette mecruh olmuştur. Her ne kadar maktul ve mecruhun hüviyeti resmen tebeyyün etmemiş ise de bunların Türk olduğu ve biri Talât Paşa’nın biraderi olduğu zan edilmektedir. Katiller firara muvaffak olmuşlardır.

Berlin 18 (T.H.R) - İki Türk’ün eşhas-ı mechule tarafından katli üzerine devam eden tahkikat neticesinde siyasi bir cinayet olduğu ve maktüllerden birinin sabık Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey ve diğerinin İttihad ve Terakki Cemiyeti sabık reisi Bahaeddin Şâkir Bey olduğu anlaşılmıştır.

(T.H.R) ajansının balâdaki iki telgraf nâmesi, Mütarekeyi müteakip bir gizli teşkilâtın başlayan silsile-i cinayetinden iki yeni halkayı bize haber veriyor. Geçen sene yine Berlin’de Talât Paşa’nın, kışın Roma’da Said Halim Paşa’nın, İstanbul’da Behbud Han Civanşir’in katl-i cinayetleri, hep aynı mel’un teşkilâtın asarı idiler ki bunların her birisinin faili ya bulunamamış, yahud beraat etmiştir.

Berlin’de yeni vurulanların ikisi de, diğer iki maktul derecesinde ‘İttihad ve Terakki’ zımmi nüfus (?) erkânı meyanında idi. Doktor Bahaeddin Şâkir Bey uzun müddet Avrupa’da Meşrutiyetin ilânına kadar kalmış, Meşrutiyeti müteakip İstanbul’a avdet etmiş ve bizdeki fırka hayatının en heyecanlı safhalarında en mühim amil olmuştur. Doktor Bahaeddin Şâkir Bey, İttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umumiyesi’nde memleketin siyaset-i umumiyesini tedvir edenlerin başında bulunduğu için Harb-i Umumiye duhulumuzda, Harb-i Umumi içindeki bütün dahili işlerimizde alâkadar idi.

Cemal Azmi Bey, Makedonya’da bir çok mutasarrıflıklarda, valiliklerde bulunmuştu. En son Trabzon Valisi idi. Ermeniler Bahaeddin Şâkir Bey’i tehcirin mer’î addettikleri halde, Cemal Azmi Bey’i doğrudan doğruya tehciri idare etmekle itham ederler.

Balâdaki telgrafnameler bizi Berlin’de bu iki Türk’ün ikisinin birden mi katl edildiği, yoksa birinin maktul diğerinin mecruh düştüğü hakkında şüpheye düşürüyor. Birinci telgrafname bu babda vazıh ise de onda da isim zikr edilmemiş ve Talât Paşa’nın biraderinden bahsolunmuştur, ki bu yanlıştır. İkinci telgrafnameye nazaran her ikisi de katl edilmiştir. Fakat muhakkak olan bir cihet var ki, o da iki Türk vatandaşının canına kıyanlar bu defa da yakayı kurtarmışlardır.”[41]

Vakit gazetesi de aynı ajans telgraflarını “Bahaeddin Şâkir ve Cemal Beylere Suikast” başlığı altında haberleştirerek birinci sayfasından okuyucularına duyurmuştu. Cemal Azmi ve Bahaeddin Şâkir beylerin fotoğraflarıyla desteklenen haberde alt başlık olarak, İkdam Gazetesinde olduğu gibi telgraflardan birisi mehaz alındığından, “Dün Berlin’den Gelen Telgrafnâmelere Göre Bahaeddin Şâkir ve Cemal Azmi Beyler Meçhul Kişiler Tarafından Cerh ve Katl Edilmişlerdir” ifadesi yer alıyor. İttihat ve Terakki muhalifi olan gazete, haberinde olayla ilgili ajans telgraflarını verdikten sonra şu dikkat çekici yorumu yapmaktadır:

“Bundan evvelki suikastlara mütemmim olarak Berlin’de Ermeniler tarafından iki cinayet ika edilmiştir. Suikasta maruz kalanlardan biri vefat etmiş, diğeri ağır surette mecruh olmuştur. Biz bu iki zatın mesleğine muhalifiz. Günün birinde bî taraf ve âdil bir mahkeme huzurunda siyasî hareketlerinin hesabını vermek mecburiyetinde olanlar arasında bulunduklarına kailiz. Fakat bizce suikastçılar, böyle bir cina-i harekette bulunmakla kendilerini hesap vermeğe mecbur adamlar vaziyetinden efkâr-ı umumiye nazarında mazur ve mazlum adamlar vaziyetine nakil etmişlerdir. Ömrün mütebaki şu kadar senesine mukabil böyle bir netice elde etmek suikasta uğrayanlar için bir ceza değil bir nevi hizmettir. Bundan başka mazideki seyyiat adalet mikyasları ianesiyle tasfiyesini Şark-i Karib akvamı arasındaki ihtilâf sebeplerinin esaslı bir surette bertaraf edilmesini ve buralarının nihayet teskinini düşünmek lâzım gelen bir sırada cebir ve şiddet silâhlarına müracaat edilerek yeni kinler ve yeni ihtiraslar uyandırılması büyük bir eser-i cinnet ve gaflettir.”[42]

İstanbul gazeteleri olayın teferruatını daha sonraki günlerde öğrenerek, Cemal Azmi ve Bahaeddin Şâkir beylerin Ermeni komiteciler tarafından vurularak şehit edildiklerini birkaç gün üst üste duyurmuşlardır.[43]

Enver Paşa’ya Kara Haber


Enver Paşa’nın küçük kardeşi Kâmil Bey, Almanya’nın Grünwald şehrinden Afganistan’da bulunan ağabeyine yazdığı 18 Nisan 1922 (338) tarihli mektubunda cinayetleri şöyle bildiriyordu:

Sevgili Ağabeyciğim, bugün size bir kara haber vereceğim. Ermeniler Cemal Azmi Bey ile Bahaeddin Şâkir Bey’i de dün gece nısfı’l-leyli biraz geçerek şehit ettiler. Buradaki bütün Türklerin ve Türk dostlarının teessürleri son derecededir. Baha zevcesiyle 4 çocuk bıraktı ki, tamamen parasız ve kendilerini idareden âcizdirler. Cemal Azmi Bey’in ise ailesi hemen yardım ister. Yoksa er geç sefâlete mahkûmdurlar. Biz tabi elimizden geldiği kadar yardım edeceğiz. (....) Cenâb-ı Hak sizi ve diğer arkadaşlarınızı bu gibi taarruzdan muhafaza buyursun.”[44]

Millî Nevsal’de Cemal Azmi

Kanaat Kütüphanesi tarafından 1923 yılında yayınlanan Millî Nevsal adlı yıllık, Ermenilerce katli üzerine Cemal Azmi Bey’e sayfalarında yer ayırmıştır. Adı geçen yıllığın verdiği bilgiler aynen şöyledir:

“İttihat ve Terakki Cemiyeti ricalinden Trabzon Vâli-i esbakı Cemal Azmi Bey 18 Nisan’da Berlin’de Ermeniler tarafından katl ve itlâf edilmiştir. Mumaileyh, 1288 senesinde Mamuretülaziz Vilâyetinde doğmuştur. Mekteb-i Mülkiye’yi iyi bir derecede ikmal ettikten sonra vilâyet maiyet memurluklarında, kaimakamlıklarda bulunmuştur. Rumeli’nin muhtelif kazalarındaki hüsn-ü hidmeti dolaysıyla Meşrutiyeti müteakib mutasarrıf olmuştur. Bolu’da ve birkaç sancakta bulunduktan sonra Harb-i Umumi’den evvel Trabzon Valiliğine tayin edilmiştir.

Harbin devamı müddetince orduya muavenette bulunmak için teşkilât yapan Cemal Azmi Bey fahri rütbe-i askeriye ile taltif edilmiştir.

1334 senesi bidayetlerinde bir ihtilâf dolayısı ile memuriyetten çekilmiş, İstanbul tarikiyle Berlin’e gitmişti. Mütarekeden bir kaç ay evvel Berlin’de açmış olduğu tütüncü dükkânını işleten Cemal Bey, son zamana kadar tütüncülük ile uğraşmakta ve maaile Berlin’de ikamet etmekte idi.”[45]

Cemal Azmi Bey’in Ailesi

Cemal Azmi Bey, Berlin’de annesi Gülsüm Hanım, eşi Müzeyyen Hanım ve ikisi erkek biri kız olmak üzere üç çocuğu ile birlikte yaşıyordu.[46] TBMM, çıkarttığı 24 Nisan 1340/1924 tarih ve 515 sayılı kanunla Cemal Azmi Bey’in eşi Müzeyyen Hanım’a, “hitemât-ı vataniye” tertibinden her yıl 15 Lira ödenmesini kararlaştırmıştı. Ailesi ayrıca, 31 Mayıs 1926 tarihinde çıkartılan 882 sayılı “Ermeni suikast komiteleri tarafından şehit edilen veya bu uğurda suret-i muhtelite ile duçar-ı gadr olan ricalin ailelerine verilecek emlâk ve arazi hakkında” kanunun kapsamına dahil edilmiştir.[47]


Cemal Azmi Bey’in Rütbe ve Nişanları

Cemal Azmi Bey 1905 yılında “Mütemayiz” rütbesine yükseltilmiştir. 1914’te 2. dereceden “Mecîdî”, 1917’de 2. dereceden “Osmânî” nişanları; 1917 yılında ise “Altın Liyâkat” madalyası ile ve Dünya Harbi sırasında orduya yardımlarından dolayı da fahrî askeri rütbe ile de taltif edilmiştir.

Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, 1868 yılında dünyaya geldi. Uzun yıllar vatanına ve milletine öğretmen ve mülkî amir olarak hizmet verdi. Özellikle Birinci Dünya Harbi süresince 4 yıla yakın yürüttüğü Trabzon Valiliği görevindeki başarılı çalışmaları ile milletinin en hicranlı olduğu işgal ve muhaceret günlerinde yaralarını sarmasını bildi. Cesaret ve dirayeti, vatanperverliği ve idarecilikteki liyakatiyle onların yaralı gönüllerinde taht kurdu. 54 yaşında ise, Ermeni teröristlerinin kurşunlarına hedef olarak gurbet elde şehit oldu. Şehadetinin 80’nci yıldönümünde kendisini minnetle ve şükranla anıyor, Hakk’tan rahmet niyaz ediyoruz.



(NOT: Yazı, Cemal Azmi Bey’in Şehadetinin 80’nci yıl dönümü vesilesiyle İçişleri Bakanlığı Türk İdare Dergisinin Haziran 2002 tarihli 435’nci sayısında(s.247-268) yayınlanmıştır. )

KAYNAKÇA


AHMAD, Feroz, İttihat ve Terakki (1908-1914), İstanbul 1971
Amiral Dönitz’in Hâtıraları, Çeviren: Mete CANITEZ, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Temmuz 1966, yıl:2, Cilt: 1, Sayı: 6
Arif Cemil, I. Dünya Savaşı’nda Teşkilât-ı Mahsusa, İstanbul 1997
Armenians in Ottoman Documents (1915-1920), Ankara 1995
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Aralık 1982, Sayı: 81, s. 33-34
BEYOĞLU, Süleyman, Birinci Dünya Savaşında Trabzon (1914-1919), Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Trabzon 1999, s. 479-488.
Binbaşı Süleyman Bey’in Manzum Anıları, Memleketim Trabzon Mahallem Tekfürçayır, Haz. Ömer TÜRKOĞLU, Ankara 1997
ÇANKAYA, Ali, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara 1968-1969, Cilt: III
Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilâl Hareketleri, Hazırlayan: Prof. Dr. Mehmet KANAR, İstanbul 2001
İkdam Gazetesi, 20 Nisan 1922
JAESCHKE, Gotthard, Türk İnkılâbı Tarihi Kronolojisi, Çev. Niyazi Recep AKSU, İstanbul 1939, Cilt: 1
KABACALI, Alpay, Türkiye’de Siyasal Cinayetler, İstanbul 1993
KELEŞYILMAZ, Vahdet, Kafkas Harekâtının Perde Arkası, OTAM Dergisi, Ankara 2000, sayı: 11, s. 277-304
KUTAY, Cemal, Şehit Sadrazâm Talat Paşa’nın Gurbet Hatıraları, İstanbul 1983, Cilt: 3
KUTAY, Cemal, Talat Paşa’nın Berlindeki Son Günleri, Tarih Konuşuyor- Aylık Tarihi Mecmua, Mart 1964, Cilt: 1, Sayı: 2, s. 133-136
LERMİOĞLU, Muzaffer, Akçaabat-Akçaabat Tarihi ve Birinci Genel Savaş - Hicret Hâtıraları, İstanbul 1949
GOLOĞLU, Mahut, Trabzon Tarihi – Fetihten Kurtuluşa Kadar, Trabzon 2000
Millî Nevsal, 1339 sene-i maliyesine mahsus, İkinci sene, Naşiri: Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1339/1923
ÖKE, Mim Kemal, Ermeni Sorunu, İstanbul 1996
ÖZEL, Sabahattin, Millî Mücadelede Trabzon, Ankara 1991
SÜSLÜ, Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayını, Ankara 1990.
ŞİRACIYAN, Arşavir, Bir Ermeni Teröristin İtirafları, İstanbul 1977
Talât Paşa’nın Anıları, Haz. Alpay Kabacalı, İstanbul 2000
TARAKÇIOĞLU, Mustafa Reşit, Trabzon’un Yakın Tarihi, Trabzon 1986
TEPEYRAN, Ebubekir Hâzım, Zalimane Bir İdam Hükmü, Yayına Haz.: Faruk Ilıkan, İstanbul 1997
UZER, Tahsin, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1999
Vakit Gazetesi, 27 Mart 1919, 20 Nisan 1922, 21 Nisan 1922, 27 Nisan 1922, 28 Nisan 1922
YAMAUCHİ, Masayuki, Hoşnut Olamamış Adam-Enver Paşa Türkiye’den Türkistan’a, İstanbul 1995
ZÜRCHER, Erik Jan, Millî Mücadelede İttihatçılık, İstanbul, 1987.


[1] İlgili dönemle alâkalı, yerli yabancı, hemen hemen bütün eserlerde bu karışıklığa rastlanmaktadır. Bunlardan birkaç örnek vermek, konunun açıklığa kavuşması, hataların tekrarlanmaması açısından faydalı olacaktır. Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki adlı kitabında ‘Mehmed Cemal Azmi’ başlığı ile verdiği biyografide polis müdürü olan Azmi Bey’i anlatıyor. Ancak, sonunda “Berlin’de Ermeniler tarafından öldürülmüştür” diyerek 1922 tarihini veriyor. (Bkz. Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki (1908-1914), İstanbul 1971, s. 244-245) Japon yazar Masayuki Yamauchi, Hoşnut Olamamış Adam-Enver Paşa kitabında ‘Mehmed Cemal Azmi’ başlığı ile iki Azmi’yi harmanlayarak veriyor ve Erik Jan Zürcher’in Millî Mücadelede İttihatçılık kitabında Azmi Bey’i 1926 yılında tutuklanan ünlü İttihatçılar arasında göstermesini ise yanlışlık olarak ifade ediyor. (Bkz. Masayuki Yamauchi, Hoşnut Olamamış Adam-Enver Paşa Türkiye’den Türkistan’a, İstanbul 1995, s. 331) Dr. Sabahattin Özel ise Millî Mücadelede Trabzon adlı eserinde Cemal Azmi Bey için “Ermeni komiteciler tarafından 17 Nisan 1922’de Berlin’de yaralanmış, 10 Aralık 1928’de Kütahya’da ölmüştür.” diyor. (Bkz. Sabahattin Özel, Millî Mücadelede Trabzon, Ankara 1991, s. 6) Bu iddiasını da Türk İnkılâbı Tarihi Kronolojisi adlı kitaba dayandırıyor. Gerçekten de bu kitabın 40’ncı sayfasında 21 Mayıs 1919 günü olayları aktarılırken “Trabzon Divan-ı Harbi Vali Cemal Azmi’yi tehcir cürmünden dolayı ölüme mahkûm ediyor (Gıyaben),” diyor ve parantez içinde ekliyor: “(17.4.22 de Berlin’de yaralanmış, 10.12.28’de Kütahya’da ölmüştür)” (Bkz. Gotthard Jaeschke, Türk İnkılâbı Tarihi Kronolojisi, Çev. Niyazi Recep Aksu, İstanbul 1939, Cilt: 1, s. 40) Karışıklığı yapanlar arasına Cemal Kutay da katılarak Cemal Azmi Bey ve Dr. Bahaeddin Şakir Bey’in cenazelerine ait fotoğrafın altında “Sağ baştaki İttihad ve Terakki devrinin valilerinden emniyet umum müdürü Cemal Azmi...” ifadesine yer veriyor. (Bkz. Cemal Kutay, Şehit Sadrazâm Talat Paşa’nın Gurbet Hatıraları, İstanbul 1983, Cilt: 3, s. 1225.)
[2] Mücellidoğlu Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara 1968-1969, Cilt: III, s. 479. Cemal Azmi hakkında bilgi veren kaynaklardan Millî Nevsal, onun Mamuretülaziz’de (bugünkü Elâzığ ili) doğduğunu bildirmektedir. (Bkz. Millî Nevsal, 1339 sene-i maliyesine mahsus, İkinci sene, Naşiri: Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1339/1923, s. 314) Bunun, Arapkir’in o yıllarda uzunca bir süre adı geçen vilâyete bağlı kalmasından kaynaklandığı anlaşılıyor. Arapkir önceleri Diyarbakır Vilâyetine bağlı iken, mülki taksimatta 1847’de yapılan değişiklikle Mamuretülaziz Sancağı’na, 1878 yılında ise, bu sancağın vilâyet olmasıyla Mamuretülaziz Vilâyetine, bilahare de Malatya Vilâyeti’ne bağlanmıştır.
[3] Ali Çankaya, a.g.e., s. 480.
[4] Ali Çankaya, a.g.e., s. 480.
[5] Tahsin Uzer, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1999, s. 128-129.
[6] Tahsin Uzer, a.g.e., s.129
[7] Ali Çankaya, a.g.e., s. 480.
[8] Arif Cemil, I. Dünya Savaşı’nda Teşkilât-ı Mahsusa, İstanbul 1997, s.20. Ali Çankaya, Cemal Azmi Bey’in Trabzon Valiliğine atandığı tarihi 9 Ağustos 1915 olarak vermektedir. (Ali Çankaya, a.g.e., s. 480) Ancak, olaylar ve belgeler Cemal Azmi Bey’in Dünya Harbinin başından itibaren (Ağustos 1914) Trabzon Valiliği görevini yürüttüğünü göstermektedir. Çankaya’nın verdiği tarihte, tarih çevirme veya tashihten kaynaklanan bir hata olduğu anlaşılıyor. Trabzonlu tarihçi Mahmut Goloğlu, Cemal Azmi Bey’in Trabzon Valiliğine atama tarihini daha öne alarak 1913 olarak gösterir ki, doğru değildir. (Bkz. Mahut Goloğlu, Trabzon Tarihi – Fetihten Kurtuluşa Kadar, Trabzon 2000, s. 166) Tahsin Uzer, bu tayinin yapılmasında etkisinin olduğunu söylemektedir. (Bkz. Tahsin Uzer, a.g.e., s.129)
[9] Arif Cemil, a.g.e., s. 26.
[10] Arif Cemil, a.g.e., s. 84
[11] Trabzon’un bugünkü Akçaabat İlçesi.
[12] Binbaşı Süleyman Bey’in Manzum Anıları, Memleketim Trabzon Mahallem Tekfürçayır, Haz. Ömer Türkoğlu, Ankara 1997, s. 130-131.
[13] Cemal Azmi Bey’in Teşkilât-ı Mahsusa ile ilgili faaliyetleri hakkında geniş ve mevsuk bilgi için bkz. Dr. Vahdet Keleşyılmaz, Kafkas Harekâtının Perde Arkası, OTAM Dergisi, Ankara 2000, sayı: 11, s. 277-304. Hatırat nevinden bilgi için Arif Cemil Bey’in a.g.e. ile Binbaşı Süleyman Bey’in a.g.e.’ne bakılabilir.
[14] Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Aralık 1982, Sayı: 81, s. 33-34
[15] Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilâl Hareketleri, Hazırlayan: Prof. Dr. Mehmet Kanar, İstanbul 2001, s. 260.
[16] a.g.e., s. 366.
[17] Geniş bilgi için bkz. Doç. Dr. Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayını, Ankara 1990.
[18] Ermeni tehcirinde Trabzon Vâliliği ile Dahiliye Vekâleti arasındaki yazışmalar için bkz. Armenians in Ottoman Documents (1915-1920), Ankara 1995, s. 60, 62, 72, 77 vd.
[19] Tuncay Öğün, Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesinin İaşesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, s. 240.
[20] Bazı kaynaklarda bu hattın Rus işgali sırsında Ruslar tarafından yapıldığı belirtiliyor ki doğru değildir. (Örnek olarak bkz.: Cumhur Odabaşoğlu, Trabzon 1869-1933 Yılları Yaşantısı, Ankara ty, s. 89. Aynı yazar, Trabzon - İran Transit Nakliyesi, Çağını Yakalayan Osmanlı, İstanbul 1995, s. 453)
[21] Tuncay Öğün, a.g.e, s. 240.
[22] Doç.Dr. Süleyman Beyoğlu, Birinci Dünya Savaşında Trabzon (1914-1919), Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Trabzon 1999, s. 479-480.
[23] Mustafa Reşit Tarakçıoğlu, Trabzon’un Yakın Tarihi, Trabzon 1986, s. 12.
[24] Amiral Dönitz’in Hâtıraları, Çeviren: Mete Canıtez, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Temmuz 1966, yıl:2, Cilt: 1, Sayı: 6, s. 86.
[25] Mahmut Goloğlu, a.g.e., s. 171.
[26] Doç.Dr. Süleyman Beyoğlu, a.g.t., s. 484.
[27] Doç.Dr. Süleyman Beyoğlu, a.g.t., s. 484.
[28] Doç.Dr. Süleyman Beyoğlu, a.g.t., s. 480.
[29] Muzaffer Lermioğlu, Akçaabat-Akçaabat Tarihi ve Birinci Genel Savaş - Hicret Hâtıraları, İstanbul 1949, s. 207.
[30] Muzaffer Lermioğlu, a.g.e., s. 224-225.
[31] Mustafa Reşit Tarakçıoğlu, a.g.e., s. 9.
[32] Muzaffer Lermioğlu, a.g.e., s. 236-237.
[33] Muzaffer Lermioğlu, a.g.e., s. 238.
[34] Muzaffer Lermioğlu, a.g.e., s. 246.
[35] Tâlat Paşa hatıralarında, Cemal Azmi Bey’in tütüncü dükkânına arkadaşı Dr. Bahaeddin Şâkir’in de ortak olduğunu kaydediyor. Kendisini İsviçre’ye götürmek isteyen Dr. Nazım’ın teklifini kabul etmediğini belirterek konuyla ilgili şu ayrıntıyı veriyor: “Huyumu iyi bilen Dr. Nazım daha çok ısrar etmedi. Ertesi günü onu tekrar İsviçre’ye uğurladık. Doyçe Bank’daki son yüz markından ellisini, Cemal Azmi ile beraber açtıkları tütüncü dükkânının kirası olarak Dr. Bahaeddin Şâkir’e bıraktığını daha sonra yeğeni Hamid’den öğrendim.” (Bkz. Cemal Kutay, a.g.e., Cilt: 3, s. 1137) “Dr. Bahaeddin Şâkir’le Cemal Azmi’nin müştereken işlettikleri ve ekmek parasını dahi çıkaramadıkları bir kulübe büyüklüğündeki tütüncü dükkânına uğradım...” (Bkz. Cemal Kutay, a.g.e., Cilt: 3, s. 1139)
[36] Bu Mahkemenin kuruluş ve kararlarını eleştiren yayınlara örnek olarak, Ebubekir Hâzım Tepeyran’ın Zalimane Bir İdam Hükmü adlı eseri örnek verilebilir. (Bkz. Ebubekir Hâzım Tepeyran, Zalimane Bir İdam Hükmü, Yayına Haz.: Faruk Ilıkan, İstanbul 1997)
[37] Cemal Kutay, a.g.e., s. 1208-1210. Talat Paşa’nın tehcir olayları ve Divan-ı Harb-i Örfi (sıkıyönetim mahkemesi) ile ilgili değerlendirmeleri için T. İş Bankası yayınları arasında çıkan Talât Paşa’nın Anıları adlı esere de bakılabilir. (Talât Paşa’nın Anıları, Haz. Alpay Kabacalı, İstanbul 2000, s. 49-140)
[38] Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu, İstanbul 1996, s. 334.
[39] Cemal Kutay, Tarih Konuşuyor Mecmuası’nda olay ile ilgili bazı ayrıntılar veriyor. Ancak olay tarihi olarak 17 Haziran 1921’i gösteriyor ki bu tamamen yanlıştır. (Bkz. Cemal Kutay, Talat Paşa’nın Berlindeki Son Günleri, Tarih Konuşuyor, Mart 1964, Cilt: 1, Sayı: 2, s. 136). Cemal Kutay’ın vermiş olduğu bilgileri mehaz göstermeden kitabında aynen kullanan Alpay Kabacalı da aynı yanlışa düşmüştür. (Bkz. Alpay Kabacalı, Türkiye’de Siyasal Cinayetler, İstanbul 1993, s. 231). Cinayet ile ilgili geniş bilgi için, katillerden Arşavir Şiraciyan’ın anılarına da bakılabilir. (Bkz. Arşavir Şiracıyan, Bir Ermeni Teröristin İtirafları, İstanbul 1977) Ayrıca, Cemal Kutay’ın Şehit Sadrazam Talat Paşa’nın Anıları adlı eserinde yer alan cenazelere ait fotoğraf önemli bir belgedir. Ancak “Ve, ölüler, bir süre kimsesizler kabri’nde alıkonulmuş, ancak Cumhuriyetten sonra vatan topraklarına kavuşabilmişlerdir.” ifadesi yanlıştır. (Bkz. Cemal Kutay, a.g.e, s. 1226-1227) Sadece Talat Paşa’nın mezarının nakledildiği, diğer iki mezarın Berlin’de bulunduğu bilinmektedir.
[40] Bkz. Hamit İskender, Türk Alman Dostluğunun Simgesi Berlin Türk Şehidliği Dünü-Bugünü, İstanbul 1989, s. 196-304.
[41] İkdam Gazetesi, 20 Nisan 1922, s.1
[42] Vakit Gazetesi, 20 Nisan 1922, s. 1. Haberde B. Şâkir ve Cemal Azmi’nin hayat hikâyeleri de yer alıyor.
[43] Olayla ilgili Vakit Gazetesinde yer alan haber başlıkları şöyle: “Berlin Suikast” (21.04.1922), “Berlin Cinayeti Hakkında Malûmat” (27.04.1922), “Berlin Suikastı” (28.04.1922)
[44] Masayuki Yamauchi, a.g.e., s. 272.
[45] Millî Nevsal, 1339 sene-i maliyesine mahsus, İkinci sene, Naşiri: Kanaat Kütüphanesi, İstanbul 1339/1923, s. 314.
[46] Arşavir Şiracıyan, Cemal Azmi Bey’in oğullarının adlarını Ekmel ve Kemal olarak veriyor. (Bkz Arşavir Şiracıyan, a.g.e., s.275)
[47] Cemal Azmi Bey’in Dr. Bahaddin Şakir Bey ile birlikte 17 Nisan 1922 tarihinde Ermeni komitacıları tarafından Berlin’de vuruldukları ve olay yerinde şehit oldukları, cenazelerinin de Berlin Türk Şehitliğinde yan yana defnedildiği kesin bir hakikat olmasına rağmen, bazı yayınların onu 1926’da İstiklal Mahkemelerinde yargılattığını, bilahare Kütahya’da vefat ettirdiğini belirtmiştim. Bu yayınların günümüzde de devam ettiğini üzülerek görüyoruz. Bu yanlışa son örnek ise Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü uzmanları tarafından hazırlanan ve Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları arasında 2 cilt halinde neşredilen “Arşiv Belgelerine Göre Trabzon’da Ermeni Faaliyetleri” adlı çok değerli bir eser. Kitapta, şehadetine dair sağlam kaynaklar da verilmesine rağmen hayret edilecek şekilde daha önce neşredilen hatalı bilgilere şu ifadelerle yer veriliyor:
“Cemal Azmi Bey, Ermeni komitecileri tarafından 17 Nisan 1922’de Berlin’de vurulmuş, zamanın basını da dahil olmak üzere bir çok yayında öldüğü belirtilmiş olmasına rağmen, bu saldırıdan yaralı olarak kurtulmuş, 10 Aralık 1928’de Kütahya’da ölmüştür. Kendisi, Ermeni komitecileri tarafından şehit edilen veya bu uğurda düçar-ı gadr olan rical ailelerine verilecek emlak ve arazi hakkında çıkarılan 31 Mayıs 1926 tarih ve 882 numaralı kanun kapsamına alınmıştır. Bkz. Sabahattin Özel, Milli Mücadele’de Trabzon, s. 6, dn.36; Cemal Azmi Bey’in Berlin’de vurulmasıyla ilgili şu gazete nüshalarına bakılabilir: “Bahaddin Şakir ve Cemal Azmi beylere suikastler”, Vakit, No: 1566, 20 Nisan 1922; “Berlin Suikastı”, Vakit, No: 1567, 21 Nisan 1922.”
(Bkz: Süleyman Bilgin, Ali Mesut Birinci, Sezgin Demircioğlu, Dr. Recep Karacakaya, Arşiv Belgelerine Göre Trabzon’da Ermeni Faaliyetleri, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon 2007, Cilt I, s. 55)