17 Kasım 2016 Perşembe

TRABZON VALİLİĞİNİN HEZEYAN DOLU BİR BAŞKA KİTABI: 81 İLDE ŞEHİR VE KÜLTÜR TRABZON


İsmail Hacıfettahoğlu
hacifettah@gmail.com

T.C. Trabzon Valiliğinin neşriyatından değerlendirmeye tabi tutacağımız ikinci kitap ’81 İlde Şehir ve Kültür Trabzon’ adını taşıyor. Kültür Konseyi Derneği tarafından hazırlanan eser ‘Trabzon Folkloru’ gibi İstanbul’da ve aynı matbaada basılmış. Tertibi, grafik tasarımı profesyonelce… 19 yazarın katkılarıyla meydana gelen kare şeklinde 296 sayfalık kitabın editörü Dr. Metin Eriş. 
Trabzon Valiliğinin ’81 İlde Kültür ve Şehir Trabzon’ kitabı hakkında tesbit ve kanaatlerde bulunmadan önce kitabı hazırlayan dernek ve editör hakkında kısa da olsa bilgi vermekte fayda var.
Uğur Derman’dan Hüseyin Kutlu’ya, Alev Alatlı’dan Beşir Ayvazoğlu’na, Mustafa İsen’den Ahmet Turan Alkan’a seçkin ilim ve sanat adamlarımızla varlıklı insanlarımız bir araya gelerek 'kültürümüzün tespiti, korunması, tanıtılması ve gelecek nesillere aktarılması’ gayesiyle Kültür Konseyi Derneği’ni kurmuşlar. Derneğin kurucuları arasında ve yönetiminde yer alan, bir kısmı holding sahibi iş adamlarımızın, kamuoyuna yansımamasına rağmen, kültürel faaliyetleri ve kültür adamlarını himaye ettiklerini sanıyordum. Ancak, elimizdeki kitap dolaysıyla araştırınca, kuruluşunun hemen ardından derneğin, ‘Kültür Konseyi Derneği İktisadi İşletmesi’ adında bir işletme kurduğunu öğrendim. Hazırladığı kültür, sanat ve turizm ağırlıklı projeleri kamu kuruluşlarına sunan işletmenin yönetimi, üyelerden iki iş adamına, Ömer Faruk Berksan ve Metin Birsen Eriş’in yönetimine tevdi' edilmiş. Berksan ailesi için epeyce yazıldı, çizildi. Bunlar tabii ki bu yazının konusu değil. Güncel olduğu için sadece, Cumhuriyet gazetesinin bazı ürünlerine sponsorluk yapan bu ailenin, Ömer Faruk Berksan dahil 8 ferdinin Bank Asya’nın imtiyazlı ortakları arasında yer aldığını belirterek geçiyorum.        
Aynı zamanda bir iş adamı olan Metin Birsen Eriş’in ismine ise uzun yıllardan beri kültür hayatımızda sıkça rastlanır. Dr. Metin Eriş, kültür çevrelerimizde bulunmuş, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’ndan Aydınlar Ocağı’na birçok kuruluşta görev almış bir kişi.  Akademik çalışmasını iktisat sahasında yapan Dr. Metin Eriş’in şöhretiyle mütenasip eser verdiği söylenemez. Onun adı genellikle kitapların kapaklarından ziyade, burada olduğu gibi, jenerik sayfalarında görülür. Belli bir konuda değişik yazarlar tarafından kaleme alınan yazıları bir araya getirerek, bir vakıf veya dernek şemsiyesi altında,  kamu kuruluşlarına kitap projesi olarak sunması ile tanınır. Meselâ; bundan çeyrek asır önce, 1990 yılı idi, bu satırların yazarının da kurucuları arasında yer aldığı Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’na, kurum henüz teşekkül safhasını tamamlamadan, Dr. Metin Eriş’in bu tarz teklifleri gelmişti. Bir tanesinin, bedeli kurumun bağlı olduğu Devlet Bakanı tarafından kullanılan Başbakanlığa ait bir fondan karşılanarak, basıldığını hatırlıyorum. Aradan geçen sürede demek ki değişiklik olmamış, istikrar korunmuş.
Metin Eriş'in de içinde bulunduğu Konsey, hedef kitlesine okuma çağında olan gençleri koyarak, şehirlerin kültürel varlıkları ve değerlerini ortaya koyan kaynak kitaplar hazırlamak için kolları sıvamış. 81 İlde Kültür ve Şehir Trabzon kitabının Kültür Konseyi Derneği imzasını taşıyan ‘Takdim’inden anladığımız kadarıyla bu projenin uygulaması şöyle:
Kültür Konseyi tarafından hazırlanan projeler derneğin İktisadi İşletmesi üzerinden, gerekli temaslar sağlanarak, valiliklere sunuluyor. Kabul eden illerden yazarlar tespit ediliyor ve bu yazarlardan gelen yazılar Dr. Metin Eriş tarafından edit edilerek, yani yazılar yeniden düzenlenerek, belirlenen formata uydurularak, Kültür Konseyi’ne sunuluyor. Konsey’in onayıyla da ilgili valiliğin adına kitap halinde neşrediliyor. Usul takdire şayan, kitabın hak ettiği ciddiyete uygun bir şekilde tesbit edilmiş. Özellikle kültürel faaliyetler yapabilecek kadroya ve alt yapıya sahip olmayan vilâyetlerimiz için illerini tanıtacak kaliteli yayım yapmalarına imkân sağlayan bir organizasyon.    
Elimizdeki kitap da bu usulde hazırlandığı söylenen; içinde “… mümkün olduğunca akademik ağırlık taşımayan ve kolay okunup algılanabilir metinler”in yer aldığı bir kitap. 19 yazardan derlenen yazılar editör tarafından değerlendirilmiş, harmanlanmış, fotoğraflarla, resimlerle bezenerek Konsey’e sunulmuş. Onay çıktıktan sonra da güzel bir tasarımla Trabzon Valiliği neşriyatı olarak Mart 2016’da basılarak kitap olarak okuyucunun karşısına çıkmış. Trabzon’u her yönüyle tanıtmak amacını güden kitabın hiçbir bölümünde, Önsöz ve Takdim hariç, yazar adı yok. Önsöz’ün altında Trabzon Valisi Abdil Celil Öz, Takdim başlıklı yazının altında ise Kültür Konseyi Derneği ismi okunuyor.  Anlaşılan o ki; benimsenen usule göre, kitabın yamalı bohça görüntüsünde olması istenmemiş, toplanan yazılar, Editör Dr. Metin Eriş tarafından okunmuş, yoğrulmuş ve belli bir üslup bütünlüğü içinde sunulmuş. 
Trabzon’u coğrafyasından tarihine, folklorundan sporuna 20 başlık altında topyekûn ele alan kitabı incelerken gözümüze bazı eksiklikler ve fazlalıklar çarpıyor. Meselâ; ‘Flora ve Faunası ile Trabzon’ bölümünde yer verilen hayvan türlerinden bir kısmının bu bölgede bulunduğunu sanmıyorum. Özellikle fotoğrafı ile birlikte yer verilen kumru (s. 38), birkaç sene önce Ankara’dan temin edilerek Vakfıkebir’de çoğaltılması hariç, Trabzon kuşu değildir. Bölgenin simgesi halindeki martı, kisa, karatavuk gibi kuşlara ise kitapta yer verilmedi. Diğer bölümlerde de aynı eksiklik ve fazlalıklar ilk bakışta göze çarpıyor.   
‘Takdim’ yazısında “…bazı eksiklikler olabileceği gibi, fazlalıkların da olabileceğinin farkındayız.” (s.10) deniyor ve kitabın ileriki baskılarında düzeltilecekleri ifade edildiğinden bu hususları geçiyoruz. 
Tetkike devam ederken ‘Geçmişten Günümüze Trabzon’da İnançlar’ başlıklı bölüme geliyoruz. Bölümün girişinde, diğer bölümlerde rastlamadığımız şu çok iddialı cümleler karşımıza çıkıyor:
 “Bu konu şimdiye kadar hiçbir yerde hiçbir ilmî, dinî veya akademik kuruluşlar tarafından işlenmemiştir. Fakat Trabzon için önemli bir konudur. Zira Trabzon’dan birçok medeniyet gelip geçmiştir. Ne var ki inançları, kırıntılar halinde kalsa da yine yaşamaktadır. Bunları tespit edebilmek için sadece bugünkü Trabzon’u değil, gerek Milâttan önce ve gerekse Milâttan sonraki Trabzon’un hudutlarını ve de buralarda yaşayan insanların inançlarını bilmek lâzımdır. İşte konu, bu itikadî (İnanç açısından) olduğu kadar, sosyolojik ip uçlarıyla da tespit etmeğe çalışılacaktır.” (s. 104)
Dikkat kesilerek okumaya devam ediyoruz. Gerçekten de ifade edildiği gibi bugüne kadar duymadığımız, okumadığımız yepyeni bilgilerle yüz yüze geliyoruz.
Bunlardan bir kaçı:   
- “Trabzon M.Ö. “Küçük Asya” denilen Anadolu’nun başkenti idi.” (s. 104)
- “Üstelik 17. Yüzyıla kadar dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri İstanbuldu ama Trabzon da hemen aynı nüfusa sahip olan bir başka şehrimizdi. Trabzon eyalet sisteminin kalkışına kurban gitmiştir….” (s 104)   
- “M.Ö. Trabzon’da Turanî kavimler, meselâ Trablar bulunmaktadır. Trabzon adı “Trabların Mahallesi, ülkesi” demektir. Böyle olunca Trabların inançlarını araştırmak lâzımdır.” (s.105) 
- “Alman araştırmacılar Trabzon şehrinin tarihini M.Ö. 10.000 yıllarına kadar çıkartmış olmalarına rağmen, bu daha çok Nûh Tûfanı dönemlerine rastladığından, inançlar konusunda ancak Hz. Nûh’un imânlı oğlu Yâfes a.s.’mın inançlarının etkilerini aramak lâzımdır.” 
- “Fakat eski Türk destanlarının, Nûh Tufânına kadar uzananlarında dahi Trabzondaki inançlar konusunda belge bulmak mümkün değildir.” 
-Trabzonluların bir kısmının Kafkas kökenli, bir kısmının Orta Asya kökenli, bir kısmının yerli, bir kısmının da Ortadoğu Mekke kökenli olduğuna göre hepsinden meydana gelen bir inanç anlayışı karşımıza çıkmaktadır.” (s. 105) 
- “Ayrıca Trabzon Valiliğinin 1869-1906 yılları arasındaki döneme dayanan 22 ciltlik Salnâmelerde, Akçaabat merkezinde kurulmuş sinör ve minör adlı iki puttan bahsedilmektedir. Hatta günümüzde sinör, ‘arazi ve sınır’ davalarının asıl sebebidir. Çünkü bunların konulduğu yer dokunulmazdı. Hâlâ bazı köylerde, sınır taşları o putlar gibi dokunulmaz şeklinde anlatılmaktadır.” (s. 106) 
- “M.S. Trabzon’da tarih çok önemli değişikliklere uğramıştır ve tabii olarak inanç hayatında da değişiklikler olmuştur. Trabzonlu büyük âlim İbrahim Cudî beyin yazdığı “Tarih-i Enbiya ve İslâm” adlı 1910 tarihli kitapta: “İnanç bakımından –dünyada- ilk yer altı örgütleri ilk defa Hz. İsa’nın Roma putpertlerinin ilâhî (semavî) gök inançlarına karşı çıkması, asıp kesmeleri yasaklamalar sonucu Kudüs’te başlamıştır.” Bu tespitten hareketle Trabzondaki Haçlı inançları (Hıristiyanlık) da, Roma İmparatorlarından I. Kostantin’in Hıristiyan olmasıyla, İstanbul’dan Trabzon’a aksetmiştir.” (s.106)
- “Çok uzun bir Haçlılık Dönemi yaşanmıştır. Bu resmî dönemden önceki süreçte Hz. İsa’nın iki havarisinin gördükleri rüya üzerine (Hz. Meryem’in o havarilere “ben Trabzon’dayım gelin beni ziyaret edin” demesi!) Maçka’da, bugünkü Sümelâ Manastırının giriş yerindeki kayanın ibâdet yeri olarak belirlenmesine sebep olmuştur. (s. 106-107)
- “Dede Korkud destanlarında Trabzon kalelerinin adı Tuman kalesidir. (…) Horasan kaynağı harç ve çimento ile olan dört katlı Teoman (Tuman) kalesi Trabzon’da hâlâ mevcuttur.” (s. 110) 
Kitaptan imlâsına dahi müdahale etmeden aktardığımız bu bilgileri sanırım benim gibi siz de ilk defa duymuşsunuzdur. Ciddi bir kitapta yer alan bu bilgilerin bir ilmi heyetin, Kültür Konseyi’nin denetiminden geçmiş olduğunu hatırlatalım. Devlette angarya olmayacağına göre, Trabzon Valiliği tarafından bedelleri de ödenmiş olmalı ki kitabın jenerik sayfasında, “Tüm hakları Trabzon Valiliği’ne aittir” ibaresine bilhassa yer verilmiş. 
Bu yeni bilgilerin bir kaçına kısaca bir daha bakalım:
- Trabzon M.Ö. Küçük Asya’nın yani Anadolu’nun başkenti idi. 
- 17. Yüzyıla kadar İstanbul dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri, Trabzon da aynı nüfusa sahip bir başka şehir. Ancak eyalet sisteminin kalkışına kurban gidiyor!?
Bu kitap Trabzon Valiliğinin yayını, amatör bir kişinin hislerini yansıtmış olamaz.
Ve de il nüfusu ile şehir nüfusunu karıştırmış olamaz! 
- M.Ö. Trabzon’da Trablar bulunurmuş. Trabzon adı da ‘Trabların mahallesi, ülkesi’ demekmiş!..
- Alman araştırmacılar Trabzon’un tarihini M.Ö. 10.000 yıllarına kadar çıkartmışlar!.. Alman araştırmacılarından hangileri? Belirtilmiyor. Bilumum Alman araştırmacıları olabilir. M.Ö. 10.000, M.S. da 2016 etti mi sana 12.016 yıl. İşte Trabzon’un tarihi!..
Merak ediyorum, bazı kaynakların Trabzon tarihini 5.000 yıl göstermelerine tepki gösteren bazı yazarlar acaba bu yeni bilgiye ne diyecekler?
- Kişilerin arazilerini birbirinden ayıran hudutlara, yani arazilerin sınırlarına Trabzon’da ‘sinor’ denmesi ‘sınır’ sözünden bozma değilmiş!.. Meğerse bu söz Akçaabat’ta dikili olan ‘sinör’ putundan gelirmiş, sinor taşları da put gibi kutsal, dokunulmaz telâkki edildiğinden sınır kavgaları, cinayetler olurmuş!..
Kitapta bu hususa özel önem atfedildiğinden olsa gerek, 127. sayfada ‘Sinör Anlayışı’ başlığıyla tekrar yer almış.  
Kitap konuyla alâkalı mehaz da gösteriyor. 22 ciltten mürekkep Trabzon Vilâyeti Salnameleri… Cilt belli değil, sayfa belli değil.
Kudret Emiroğlu var olsun. Büyük bir sabırla ve titizlikle bu salnameleri yeni yazıya aktardı ve asıllarıyla birlikte 22 cilt halinde neşretti. Okuyucuya kolaylık olsun diye de dizinle birlikte salnamelerde geçen şahıs adları hakkında bilgileri ihtiva eden bir de ek cilt ekledi. İlgili ‘put’u merak edenler bu kaynağa müracaat edebilirler.  
- Eski Trabzon’un batısını çevreleyen surların güney ucunda yer alan, zindan olarak da kullanıldığı bilinen Zağnos Burcu’nun adı meğerse Tuman Kale imiş! ‘Horasan kaynağı harç ve çimento (!)’ ile yapılan Tuman Kale’nin fotoğrafı da kitabın 110’ncu sayfasına konmuş. Burcun yapıldığı tarihlerde çimento kullanıldığı ilk defa keşfedilmiş olsa gerek!.

Bunlar Hezeyan mı Yoksa Hakikat mi?

Kitapta, 1916 yılında Trabzon’u işgal eden Rus ordusunun Harşit çayında nasıl durdurulduğu şu cümlelerle anlatılıyor:
“Karşılarına dört kahraman dikili verdi. Biri Eynesilli Deli Bilâl, diğeri Trabzonlu Kurmay Albay Hacı Hamdi, üçüncüsü Tirebolulu Hüseyin Avni Alp Arslan ve Göreleli Yarbay Topal Osman Ağa Kuvva-i Milliye Çeteleri... Ruslar çok zor durumda kalarak Erzincan anlaşmasını yapmak durumunda kaldılar.” (s.126)
Okuma çağındaki çocuklarımıza tarihimizden bir olay, Trabzon Valiliği neşri kitapta böyle anlatılıyor. Her halde ilk defa duyulan ve yazıya geçen bu bilgiyi biraz inceleyelim. İşgalci Rus ordusunun karşısına Vehip Paşa komutasındaki 3. Ordu değil, Yakup Şevki Paşa komutasındaki 2. Kolordu değil dört kahraman dikilivermiş!
Bunlardan biri Eynesilli Deli Bilâl… Peki, Deli Bilâl kim? Rus işgaline uğrayan bölgeden muhacir çıkmayan veya çıkamayan halkın arasından, işgal kuvvetlerinin esir halka karşı zulme varan uygulamalarına isyan eden, onlara direnen kahramanlar çıkmıştır. Eynesilli Karamurtezaoğlu Deli Bilâl de bunlardan birisidir. Bu tür kahramanlar tarafından verilen mücadele belki beşinci kol faaliyeti sayılabilir.  Ancak bu kahramanların mücadelesini Rus ordusunun ilerlemesini engelleyecek güçte göstermek, deniz, hava, kara üstünlüğüne sahip söz konusu ordunun ilerlemesini durdurduğunu söylemek akla ziyan bir durumdur. 
Kurmay Albay Hacı Hamdi Bey Rusların karşına dikilmiştir. Doğrudur. Çünkü o bu tarihte 2. Kafkas Kolordusu’na bağlı Sahil Müfrezesi Komutanıdır. Komuta ettiği birliğin yapısı ve adı 5 Kasım 1916 da 37’nci Kafkas Fırkası olarak değiştirilmiş, kendisi de 13 Ocak 1918 tarihine kadar bu fırkanın komutanlığına devam etmiştir. 
Yakın tarihimizde mümtaz bir yeri olduğuna inandığım Hüseyin Avni Bey’e gelelim. 42’ci Alay Komutanı olarak katıldığı Sakarya Meydan Muharebesinde 30 Ağustos 1921 günü şehit düşen Hüseyin Avni Bey ise Rusların Harşıt’a ilerlediği esnada o cephede değildi. O kahraman insan, o esnada Kop Dağı’nda, Bayburt civarında Ruslarla pençeleşircesine muharebe ediyordu. Giresun cephesine gelişi, Rus ilerlemesi durduktan sonra, 20 Ağustos 1917 tarihidir. Bu tarihte Giresun’daki 110’ncu Alayın Komutan Vekilliğine atanmış ve bölgenin işgalden kurtulmasında görev almıştır.
Rus ordusunun karşısına dikildiği söylenen dördüncü kişi ise; ‘Göreleli Yarbay Topal Osman Ağa Kuvva-i Milliye Çeteleri…’ Giresun’da doğan, ailesi bu şehrin eşrafından olan Osman Ağa’nın ‘Göreleli’ olduğu bu kitabın bize kazandırdığı ilklerden olsa gerek!.. Osman Ağa'nın Birinci Dünya Harbi döneminde, dolaysıyla 1916’da ‘yarbay’ sıfatı taşımadığı, bu sıfatın kendisine 47’nci Giresun Alayı komutanı olarak Milli Mücadele’ye katıldığında verildiği bilinir. ‘Kuvva-i Milliye Çeteleri…’ tabiri ise izaha muhtaç. Dünya Harbinde bu cephede Teşkilât-ı Mahsusa’ya bağlı çeteler vardı. Kuvva-i Milliye, malûm olduğu üzere Milli Mücadele dönemine ait bir tabir…

Tehcir mi Muhaceret mi?

Tehcir kökü ‘hicret’ olan bir kelime… Kelime aynı kökten gelen muhacirden farklı mana taşımaktadır. Kavram olarak tehcir zorla göç ettirilmedir. Kitap Trabzon’da yaşanan Rus işgali dönemini kastederek şöyle diyor:
“İki yıllık bilânçoda bölge halkının tehcir sayısı bir milyon iki yüz bindir. Şehit ve kayıp sayısı ise, Çanakkale kadar tam 250 bin olmuştur. 60 bini zaten hastalıktan ve açlıktan vefat etmiştir.” (s. 126)
Resmî bir yayında yer alan bu cümleler, bu ifadeler hezeyan değilse nedir? Bir defa Rus ordusu veya Rus hükümeti Trabzon halkına karşı tehcir kararı aldığı ve uyguladığı yönünde bir bilginin bugüne kadar bilinmediğinden eminim. Bilinen o ki; vatanları işgal edilen Trabzonlular esareti kendilerine zül addettiklerinden binbir müşkülâtı göze alarak memleketlerini terk ederek muhacir çıktılar. Yani hicret kararı, işgalcilerin aldığı ve uyguladığı değil, halkın kendi iradesiyle aldığı ve uyguladığı bir karardır. Yani tehcir değildir. 
Rakama gelince; ‘BİR MİLYON İKİYÜZ BİN’ rakamı nasıl ortaya çıkmış? Böyle bir rakam olabilir mi? Trabzon’un nüfusu belli. Çevresinin nüfusu belli. Böyle bir rakam nasıl telaffuz edilir? Nasıl yazılır? Nasıl bir kitapta, hele bir resmi kurumun kitabında yer alır? 
Gelelim şehit sayısına. O da ‘TAM 250 BİN’… 60 BİN de hastalıktan ve açlıktan ölmüş!.. 
Demek ki Trabzon’un, tehcir (!) edilmeyip yerlerinde kalanlar hariç Dünya Harbi öncesi nüfusu BİR MİLYON BEŞYÜZ ON BİN kişi imiş!...
Bu ciddiyetten uzak akla ziyan zırvalar, bu hezeyanlar maalesef Trabzon Valiliğinin neşriyatı ‘81 İlde Kültür ve Şehir Trabzon’ kitabında yer alıyor. 

Destanlarıyla Trabzon ve Kitab-ı Dede Korkut

Kitabın değişik bölümlerinde, özellikle de ‘Geçmişten Günümüze Trabzon’da İnançlar’ ile ‘Destanlarıyla Trabzon’ bölümlerinde Dede Korkut destanlarından sıkça söz edildiği görülüyor. Kitabın 108. sayfasında destanın ilk sayfasının fotoğrafına yer verilerek, birbiriyle irtibatsız cümlelerden sonra; “İşte bu Destanın Resul-i Ekrem zamanında …’ diyerek başlayan ilk sayfası” (kitabın 108’nci sayfasında yer alan bu ibare 121. sayfasında da tekrarlanıyor) deniliyor. 
Bakıldığında ise, Besmeleden sonra “Resul-i Ekrem zamanında…” denilmediği, “Resul aleyhisselâm zamanına yakın…” denildiği açıkça okunuyor. Belge olarak kitaba konan bu fotoğrafın, Dede Korkut destanının yazma nüshalarından Dresden nüshasının ilk sayfası olduğu ve TDV neşri ‘Kitab-ı Dedem Korkut’tan alındığı anlaşılıyor. 
Ardından ‘ne alâka’ denebilecek, içinden çıkama- dığım şu acayip cümle geliyor:
“Zaten bugün Trabzon Boztepede medfun olan ve sonradan bugünkü türbesi Sultan Abdulhamid Han tarafından Âhî Evran dedenin, Trabzon’un kale dışına Orhan Gâzi zamanında gelip İslâmî Uc Beyi faaliyetleri gösterdiğini ispatlamaktadır.” 
Kitapta 2 adet basılı Dede Korkut kitabı kapağına yer veriliyor.
İlki, Kilisli Muallim Rifat’ın 1916 yılında Berlin yazma nüshasını esas alarak neşrettiği, Kitāb-ı Dedem Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân adlı eserin kapağı. (s. 121)
İkincisi ise, 19 yaşında Müslüman olan Alman ilim adamı H. Ahmed Schmiede (Berlin 1935-Köln 10 Ekim 1910) tarafından destanın Dresden nüshası esas alınarak hazırlanan ve 2009’da TDV tarafından neşredilen Kitab-ı Dedem Korkut adlı eserin kapağı. (s.222) Aynı sayfada yer verilen bir başka fotoğrafta bir hatibin elinde bu kitap görülüyor.
Çok sayıda yabancı ilim adamının üzerinde çalıştığı ve çeşitli dillere çevrildiği Dede Korkut hikâyelerinin kültür tarihimizde çok önemli yeri olduğu malûm. Kilisli Rifat’tan itibaren, başta Orhan Şaik Gökyay, Pertev Naili Boratav, Muharrem Ergin olmak üzere birçok ilim adamımız bu hikâyeler üzerine ciddi çalışmalarda bulundular, neşriyatlar yaptılar. Ancak, Dede Korkut hikâyelerinde yerli yabancı onca ilim adamının tesbit edemediklerinin elimizdeki kitapta tesbit edildiğini hayretle görüyoruz!..
Meselâ; Destanın ‘Dirse Han oğlu Boğaç Han Boyu’ adlı hikâyesinde, Boğaç Han’ın av esnasında babası tarafından okla yaralanması anlatılırken, neşredilen bütün nüshalarda;
“Oğlan orada yıkıldığı vakit boz atlı Hızır oğlana göründü, üç kez yarasını eliyle sığadı. ‘Sana bu yaradan ölüm yoktur; dağ çiçeği ananın sütüyle senin yarana merhemdir’ dedi, kayboldu” (Bkz. O.Ş.Gökyay, Dede Korkut Hikâyeleri, İst. 1976, s.14 – Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, Ankara 1997, s. 88 – H. A. Schmiede, Kitab-ı Dedem Korkut, Ankara 2009, s. 29) deniyor.
Ne yöne gittiği belirtilmiyor. Elimizdeki kitap ise Hızır Aleyhisselâmın ne yöne gittiğini net olarak veriyor. Hatta destanların nerelerde geçtiğini de belirtiyor:
“Akçaabat Hıdır Nebi tepesine doğru gözden kaybolur.” (s. 122) 
“Boğaç han Destanı Trabzon’un Maçka ilçesinin Boğaç Yaylasında geçer.” (s. 122)
“Salur Kazan Destanı Beşikdüzünde geçer. Ağasar (Akhisar), Aruz (Uruz) deresi, Resullü-Türkelli ve Korkut köyleri hep bu destandaki yerlerin ve insanların adlarını taşır.” (s.123)
Salur Kazan Destanında Kazan Han’ın Tumanın kalasında zindandayken Tekfurun karısı ile diyalogu:
“Bir gün tekurun avreti ayıtır: Varayın, Kazan’ı göreyin, ne halli kişidir. Bunca adamlara darp ururmuş, dedi. Hatun gelip zindancıya kuyuyu açtırdı. Çağırdı. Ayıtır:
Kazan Beğ! Nedir halin? Dirliğin yer altında mı hoştur, yoksa yer üstünde mi hoştur? Hem şimdi ne yersin, ne içersin ve ne binersin? Dedi.
Kazan ayıtır: Ölülerine aş verdiğin vakit ellerinden alırım. Hem ölülerinizin yorgasına binerim, kahillerin yederim, dedi.
Tekur avreti ayıtır: Dinin için, Kazan Beğ, yedi yaşında bir kızcuğazım ölmüştür. Kerem eyle, ona binme! Dedi.
Kazan ayıtır: Ölülerinizde ondan yorga (rahvan İH) yoktur. Hep ona binerim, dedi.
Avret ayıtır: Vay, senin elinden ne yer yüzünde dirimiz ve ne yer altında ölümüz kurtulurmuş, dedi.
Geldi, tekura ayıtır: Kerem eyle, ol Tatarı kuyudan çıkar! Kızçuğazımın belini üzere! (kırar) Yer altında kızçuğazıma binermiş. Kalan ölülerimizi cem edermiş. Hem ölülerimiz için verdiğimiz aşı ellerinden çekip alıp yerimiş. Onun elinden ne ölümüz, ne de dirimiz kurtulurmuş! Dinin aşkına, ol eri kuyudan çıkar! Dedi.” (bkz.:H.A. Schmiede, Kitab-ı Dedem Korkut, Ankara 2009, s. 158. Ayrıca; Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkut Hikâyeleri, İstanbul 1976, s. 222-223, Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, Ankara 1997, s. 235)
Şimdi hikâyenin bu bölümünün elimizdeki kitapta ne hale geldiğine, nasıl tahrif edildiğine bakalım:
“Han burada bir çare düşünmüş. O zamanki Haçlıların (kitapta ne hikmetse Hıristiyan yerine sürekli Haçlılar deniyor. İH) âhiret inançlarından istifade ile çıkmayı plânlamış… Tepeden bakan Tekfurun hanımına: “Çıkarın beni buradan. Öldürürseniz âhirete gideceğim. Fakat orada veremden ölmüş kızınızı bulup gırtlağını sıkıp boğacağım. Siz ölülere de yemek veriyorsunuz. Onun yemeğini de elinden alacağım. Bakalım kurtarabilecek misiniz?” deyince, Tekfurun hanımı durumu Tekfura haber verir. “Ey eşim, bizim kızımız zaten dünyada neler çekti. Bir de Tatar Türkünün elinden çekmesin. Salıver O’nu gitsin” deyince, Tekfur adamlarını toplar ve Salur Kazan’ı serbest bıraktırır.” (s. 123)
Dede Korkut Hikâyelerinin kitabı hazırlayanlarca önemsendiğini görsel malzeme olarak yer verilen fotoğraflara dayanarak söylemek mümkün. Hikâyeleri ihtiva eden biri eski, diğeri yeni yazı iki eserden dört fotoğraf ile, altında; Bayburt Beyrut yapılarak; ‘Dede Korkut’un Beyrut’un Masat Köyündeki Türbesi’ ibaresi ile yer alan türbe fotoğrafı (s.121) sayfaları süslüyor. Buna rağmen kitabı hazırlayanların fotoğraflarını koydukları kitaplara itibar etmedikleri, onları ciddiye almadıkları da açıkça görülüyor. Ciddiye alsalardı, millî kültürümüzün temel eserlerini bu kadar hoyratça tahrif etmeye, üstelik de bunu resmî bir yayında yapmaya cür'et edemezlerdi.
Dede Korkut hikâyelerinin Trabzon için önemi inkâr edilemez. Bu önem mutlaka ehil kişiler tarafından vurgulanmalı, sahanın uzmanları tarafından araştırılarak destanların bölgedeki izleri isabetle tesbit edilmelidir. Bendeniz naçizane, konun önemini günümüze taşımaya vesile olması için, fethinin 550. yılı münasebetiyle hazırlananTrabzon Armağanı’ adlı kitaba Dede Korkut uzmanlarından Prof. Dr. Pertev Naili Boratav’ın, ‘Dede Korkut Kitabı’nda Komnenlerle Akkoyunluların ve Öteki Türklerin Münâsebetlerine Âid İzler’ başlıklı makalesini koymuştum. (Bkz.: Trabzon Armağanı/550. Yılında Fetih ve Fatih, Ankara 2012, s. 167-176)  
Geri dönelim ve ‘Destanlarla Trabzon’ bölümünün girişinde yer alan ifadeyi okuyalım:
“Önce şunu vurgulamalıyız ki Trabzon destanları şimdiye kadar hakkıyla hiç ortaya konmamış, yorumu yapılmamış, hatta örtbas edilmiştir. Halbuki Trabzon destanları çok zamanlara dayanır.” (s. 120)
İkinci cümlenin sakilliğini, anlamsızlığını geçelim. İlk cümlede Trabzon destanlarının örtbas edildiği ithamı var. Birileri tarafından kasten, bilerek, yani taammüden Trabzon destanları örtbas edilmiş!.. Kim oldukları söylenmiyor. Sanırım resmî bir yayında yer alan bu ifade, bu sahada çalışan hemen herkesi töhmet altına sokar. Acaba, Dede Korkut üzerine çok kıymetli eserler vermiş, el’an rahmet-i Rahman’a kavuşmuş ilim adamlarımız da bu cürmü işlemişler midir? Yoksa ‘Destursuz Bağa’ mı girildi? Her-dem hayırla yad ettiğimiz bu değerli kültür adamlarımızın müdafaası öncelikle kitabı hazırlayan Kültür Konseyi’nin üyelerine, özellikle de bu bağın bağbanlarından olması gereken Mustafa İsen ve İskender Pala beyefendiler gibi Türk Edebiyatı Profesörü üyelerine düştüğü açıktır.

İki Hayâlât Destan 

Ayasofya Destanı’ başlığı altında yer alan ilk cümle:
“Bu destan Trabzon’un fethi sırasında, 1461 yılında, gündem olmuştur. Ancak nedense bugüne kadar kulaktan kulağa gelmesine, birçok zaman birçok yerde anlatılmasına rağmen hiç yazıya geçirilerek kamuoyunun bilgilerine sunulmamıştır.” 
Ardından Azize Sofya hakkında bir takım bilgiler verildikten sonra; “Yaşlıların nazım tarzında Azîze Sofya ile ilgili dile getirdikleri ise şöyle” denerek bir manzumeye yer veriliyor.
“Artık eski Azize Sofya değilim.
Trabzon’u kaybettiğimize kefilim.” (s. 124) diye başlayan ve ‘Ayasofya Destanı’ olarak kitaba giren metin, acemice eskitilerek tarihî eser diye satılan ürünlerden farksız.
‘Çanakkale (Cennet Kale) Destanı’ diye sunulan da aynı. 
“Bu destan Trabzon Lisesinden Çanakkale’ye giden son sınıf öğrencilerine aittir. (…) İşte o destandan akılda ve gönülde kalanlar” denerek, henüz dumanı üzerinde, taze yazılmış olduğu aşikâr bir manzume eskitilmeye çalışılarak destan diye sunuluyor. (s. 126) 
Burada yeni bir Habil Adem vakasıyla karşı karşıya olduğumuzu sanıyorum. Habil Adem mukallitleri, çakma Habil Ademler, çok acemice de olsa, beceriksizce de olsa günümüzde de faaliyetteler. ‘24 Şubat Trabzon’un Kurtuluş Destanı’, ‘Tonya Kurtuluş Destanı’, ‘Sultan Murat Yaylası Destanı’, ‘Ayasofya Destanı’ gibi destanlar düzdüklerini, kahramanlar ihdas ettiklerini, meşhurlar icat ettiklerini, bunları da mümtaz ilim ve sanat adamlarımızın içinde yer aldığı Kültür Konseyi Derneği vasıtasıyla Trabzon Valiliğinin bir kitabı üzerinden dolaşıma soktuklarını, literatüre geçirdiklerini görüyoruz. Tarihimizi, kültürümüzü tahrif eden, kirleten bu tür yayınları önlemesi gereken kişi ve kurumların onlara destek vermesi ise maalesef çok acı. 
   

Dr. Metin Eriş Bu Kitabı Okudu mu? 

  81 İlde Kültür ve Şehir Trabzon kitabının editörü, yazının başında da belirttiğim gibi, Dr. Metin Eriş.  Jenerik sayfasında da bu bilgi ‘Kültür Konseyi Adına Dr. Metin Eriş’ olarak tescillenmiş. Peki, Sayın Eriş gerçekten burada editörlük görevini yaptı mı? En azından gelen metinleri okudu mu? Kendisi okumamış ise bir redaktöre, düzeltmene veya musahhihe okuttu mu? 
Kitaptaki tashih ve bilgi hatalarını gördükçe insanda, bu kitabın değil Dr. Metin Eriş, ilk mektep mezunu biri tarafından dahi okunmadığı kanaati oluşuyor. 
Bu kanaate varmada ‘Trabzon Kültür Hayatının Ünlüleri’ bölümünde yer alan Rahmetli Osman Turan’ın hayat hikâyesindeki iki önemli yanlışın düzeltilmemiş olması delil olarak yeterlidir.  
İlki: “….lise öğrenimini ise Trabzon Lisesi’nde tamamladı.” deniyor.  Daha sonra ise; “Ankara Erkek Lisesi’nde okudu ve edebiyat şubesinden mezun oldu.” ifadesi yer alıyor. Kitap okunsaydı bu çelişki mutlaka düzeltilirdi diye düşünüyorum.
İkincisi: Eğer kitap okunsaydı; “1974 yılında Türk Tarih Kurumu üyeliğinden çıkarılınca bu olaydan çok etkilendi. Ömrünün geri kalan kısmını kitaplarını yazmaya ayırdı” (s. 229) cümlesinden sonra gelen “17 Ocak 1971 tarihinde İstanbul’da vefat etti” cümlesinin yanlışlığı, garabeti görülmez miydi? (Hoca 17 Ocak 1978 tarihinde vefat etti)
Kişilerin doğum, vefat etmişler ise, ölüm tarihleri hayat hikâyelerinde yer alması gereken unsurlardır. Şayet kitap okunsaydı; kitapta biyografileri yer alan Hamamîzâde İhsan, Halil Nihat Boztepe, Peyami Safa, Mahmut Goloğlu, Kâzım İsmail Gürkan gibi kişilerin eksik olan vefat tarihleri tamamlanmaz mıydı?

NETİCE
Kültür Konseyi Derneği tarafından hazırlanan Dr. Metin Eriş’in editörlüğünde Trabzon Valiliği neşriyatı olarak okuyucuyla buluşan ‘Trabzon’ kitabı, maalesef bir önceki ‘Trabzon Folkloru’ kitabı gibi, yanlışlarla, hezeyanlarla dolu, kitap ciddiyetiyle ve devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bir kitap. Öncekinden farkı zarfı… Kapağı, sayfa düzeni, grafik ve tasarımı daha güzel... Ancak, mazruf zarftan çok farklı…
Kitabın içinde hiç mi güzel, kaliteli bölüm yok? Elbette var. Ancak o bölümler, her tarafı dökülmüş, adeta çürümüş bir elbiseye vurulan kaliteli kumaştan yamalara benziyor. O yamalar nasıl ki çürümüş bir elbiseye değer katamıyorsa, naçizane görüşüm, bu bölümlerin de kitaba değer katamadığı yönündedir.
Tanıdığım kadarıyla, Kültür Konseyi Derneği mensuplarının, derneklerinin ürettiği hezeyan dolu bu kitabı benimsemeleri, kabul etmeleri asla mümkün değildir. İktisadi İşletmeleri farklı düşünebilir. Derneğin yapması gereken, ürettiği ve Trabzon Valiliği üzerinden okuyucuya ulaştırdığı, yüksek oranda bilgi kirliliği yapan bu defolu yayını geri çağırması, düzelterek, taahhüt ettikleri titizlikte yeniden üreterek servis etmektir. Trabzon Valiliğinin de mutlaka bu kitabın dağıtımını durdurması gerekir.
Bu vesileyle bir defa daha Sakallı Celâl’in teklifini hatırlatıyor ve medeniyetimiz, kültürümüz adına başta Trabzon Valiliğimizden, bütün kamu ve özel kuruluşlarımızdan, en azından kitap konusunda, ‘Ciddiyet’ ilân etmelerini ve uygulamalarına yansıtmalarını bekliyorum. 
Hem de sabırsızlıkla…