Trabzon’un Rus işgalinden kurtuluşunun 90’ncı yıldönümü vesilesiyle Ankara’da yapılan Trabzon Etkinlikleri öncesi Hasan Kurt’un konuyla alâkalı bir yazı yazdığını ve bu yazıda ismimin geçtiğini duymuştum. Söz konusu yazıyı ancak etkinlikler sonrası okuma imkânım oldu.Okudum ve dehşete kapıldım. Hasan Kurt benim eski dostum. 30 seneyi aşkın bu mesleğin içinde olan bir gazeteci. Kendisini geçmişle bağlama iddiasını Rahmetli Zeyyad Nemli’nin oltasını eline alarak gösteren bir yazar. Hasan Kurt, 20 Şubat 2008 tarihli yazısına 24 Şubat’ı konu etmiş.
"Her yönüyle Trabzon Etkinlikleri ve 24 Şubat gerçeği!" başlığını taşıyan yazı kesin hüküm ihtiva eden şu cümlelerle başlıyor:
"24 Şubat 1918… Rus işgal güçlerinin tası tarağı toplayarak, savaşmadan, kayıp vermeden Trabzon’dan çekildiği gün.Rus işgal güçleri, 1916 yılında da Trabzon’u alırken aynı şekilde hiçbir mukavemetle karşılaşmamışlardı.Rus’lar ellerini kollarını sallaya sallaya Harşit çayına kadar geldiler.Müslümanlar, topraklarını terk ettiler ve muhacirliğe çıktılar."
Ruslar, Trabzon’u işgal ederken hiçbir mukavemetle karşılaşmamışlar, ellerini kollarını sallaya sallaya Harşit çayına kadar gitmişlermiş…Yazıda, 1948 yılına kadar kutlama yapılmadığı vurgulanarak, bu yıldan sonra ABD’nin arzusu, İsmet Paşa’nın talimatıyla kurtuluş bayramı düzenlenmeye başladığı iddiasında bulunuyor. Bu iddiaya ise Veysel Usta’nın bir ifadesini referans gösteriyor…Hasan Kurt, yazının "
24 Şubat gerçeği" ara başlığı altında istihza ve alaylı ifadelerle aynen şöyle diyor:
"24 Şubat Kurtuluş Bayramları’nda, Rus işgalini yaşayanların hatıraları da anlatılırdı. Akçaabat’taki bir törende Kaymakam günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yapar ve ardından mikrofonu o günleri yaşayan yaşlı bir vatandaşa verir. Dede kürsüye çıkar, mikrofonu eline alır ve ‘Haçan Ruslar habu denizden donanmasıyla geliydi. Biz habu gabandan ukarı oyle bi gaçayduk oyle bi gaçayduk ki tabanlarımız ötumuze vuriydi’ diyerek o günleri anlatırken Kaymakam dedenin elinden mikrofonu alır. Rusları kovan dedelerimizin anlattıklarını da Ankara’daki etkinlikler de İsmail Hacıfettahoğlu herhalde dile getirir!"
Sevgili Hasan Kurt, benim sana asla yakıştıramadığım bu hükümleri, bu kanaatleri, bu üslup ve ifadeleri, ecdadın kemiklerini sızlatan bu iftiraları sen kendine nasıl yakıştırdın?.. Bunları yazarken hiç mi elin titremedi, vicdanın sızlamadı? İnsan doğduğu, üzerinde yaşadığı, suyunu içtiği, havasını teneffüs ettiği ve vatanım dediği şehrin tarihine, insanına, hatıralarına nasıl bu kadar yabancı olabilir, onlar hakkında bu kadar düşmanca, bu kadar gerçek dışı ifadelerde bulunabilir?!!
Hasan, sen bu yazıyı kaleme alırken konuyu araştırdığına ve yaptığın araştırmalar sonucu bu yazıyı kaleme aldığına inanmıyorum. İnanmak da istemiyorum. Senin yeterli bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olduğunu düşünüyorum. Başka türlüsünü ise sana yakıştıramıyorum. Araştırsaydın, Rusların ellerini kollarını sallaya sallaya Harşit çayına vardıklarını yazamazdın.Rusların, Trabzon’un 90 kilometre batısındaki
‘elerini kollarını sallaya sallaya’ Harşit’e gidemediklerini, 22 Nisan’da işgal ettikleri Akçaabat’ın hemen üstündeki Hıdırnebi Tepesi’ne dahi büyük kayıplar vererek ancak 3 ay sonra çıkabildiklerini bilirdin. Hortokop’ta kahramanca savunmamızı kırmak için verdikleri büyük kayıplardan haberdar olurdun ve cehlinle iftihar ederek yazdığın bu yazıyla o kahraman şehitlerimizin kemiklerini sızlatmazdın.
Dünyanın kan gölüne döndüğü Birinci Dünya Harbi dönemi, yani 1914-1918 yılları arası Trabzon tarihinin hicranlı dönemidir. Bu dönemde Trabzon ve Trabzonlu akıl almaz mezalimlere, ihanetlere, işgallere, muhaceretlere uğramıştır. Hastalık, açlık, sefalet ve çaresizliğin dayanılmaz acılarını çekmiştir. Muallim İbrahim Cudi Efendi,
"Der Mesâib-i Harbi Umumî", yani
Harb-i Umumî Musibetleri başlıklı şiirinde harp esnasında Trabzon’da yaşananları kıyametin kopuşuna benzetir ve
"Ya seyyid-el verâ kum!... kad kâmed-il kıyâma" diyerek Peygamberimizi yardıma çağırır.
Hasan hadi Cudi Bey’in şiirini okumadın; "
Rus işgal güçleri, 1916 yılında da Trabzon’u alırken aynı şekilde hiçbir mukavemetle karşılaşmamışlardı. Rus’lar ellerini kollarını sallaya sallaya Harşit çayına kadar geldiler." cümlelerini yazmadan önce, Allah aşkına, Baltacı Deresi, Madur Dağı, Sultan Murat, Kalafka, Hortokop, Hocamezarı, Hıdırnebi, Şinik, Haçka, Beypınarı, Karaabdal, Karadağ, Sis, Görele ve daha birçok yerde Rus birlikleriyle yapılan muharebeleri hiç mi duymadın?
Hasan Kurt, böyle bir yazı yazmayı düşünüyor idiysen yazmadan önce, o değerli vaktinden bir kısmını bir kütüphanede geçirseydin. Burada konuyu biraz araştırsaydın. En azından Genel Kurmay’ın ilgili yayınlarına, Fevzi Çakmak’ın eserlerine göz atsaydın, Hasan Umur’un, Muzaffer Lermioğlu’nun, Mehmet Bilgin’in, Altay Yiğit’in, Sadi Selçuk’un kitaplarını karıştırsaydın herhalde bu yazıyı yazamazdın.Bu konunun senin oltanın çekemeyeceği, ti’ye alınamayacak, istihzayla, alayla yaklaşılamayacak ciddi bir konu oluğunu bilirdin.
İddialarına gelince… Üstten bakarak, müstehzi bir ifadeyle benim bu konuları dile getirmemi bekliyorsun. "
Rusları kovan dedelerimizin anlattıklarını da Ankara’daki etkinlikler de İsmail Hacıfettahoğlu herhalde dile getirir!" diyerek kendince dalganı da geçiyorsun. Orada getiremedim. Çünkü yazını okumamıştım. Hasan Kurt, inan ki yazdıkların kendimi ilgilendirseydi sana cevap vermezdim. Amma hakaret dolu, iftira dolu ifadelerin tarihimi, ecdadımı rencide ettiği için kısada olsa cevap vermek durumundayım.
İlk önce Akçaabat’ta geçtiğini iddia ettiğin hikâyeden başlayalım… Trabzonlu Rus donanmasını görür görmez edebî (!) bir şekilde ifade ettiğin gibi kaçtı mı? Bu ifaden kısmen doğru kısmen yanlıştır. Şöyle ki; Rus kuvvetleri Trabzon’u karadan ve denizden abluka altına aldığında ve bilahare işgal ettiğinde Trabzonluların tavrını üç grupta inceleyebiliriz.Trabzonluların düşmana direnecek gücü olmayanlardan bir kısmı; canlarını, namuslarını düşman ayağı altına düşmekten kurtarmak, esir olmamak için evlerini yurtlarını terk etmişlerdir. Bunlar için söylediğin gibi de demek mümkün. Yani kaçmışlardır da diyebiliriz. Bunlar birinci grubu teşkil ederler.
Hasan Kurt, bir düşün, kendini bu kesimin yerine koy… Rus donanmasının denizden, Rus birliklerinin karadan, uçaklarının havadan ateş yağdırdığı, çoluk çocuk demeden katliamların yapıldığı bir sırada imkânları onlarla baş etmeye yetmeyen insanlar acaba ne yapmalıydı? Ne yapabilirlerdi? Sen onların yerinde olsan ne yapardın?
İkinci grup hemşerilerimiz ise, kaçabilecek güce malik olmadıkları için içleri kan ağlayarak esarete boyun eğenlerdir.
Bunların dışında bir başka hemşeri gurubumuz daha vardır Hasan Kurt. Onlarsa Rus işgalini çılgınca eğlenerek, Rus askerlerine tezahüratlar yaparak, sevinç çığlıkları atarak karşılamışlardır. Yüzyıllarca bir arada iç içe yaşadığımız, her türlü hukuklarını koruduğumuz, bu hemşerilerimiz, maalesef en zor zamanında Trabzon’a ve Trabzonlu hemşerilerine ihanet etmişlerdir.
Sevgili Hasan, sahilden kaçan Trabzonlular ne yaptılar? Araştırdığında göreceksin ki İsmet Zeki Eyüpoğlu’nun şiirinde belirttiği gibi Rusları dağlara davet ettiler. İsmet Zeki Eyüpoğlu
"Kara zıpkalılar" adlı şiirinde Trabzon’da yaşanan mezalimi ve vatan müdafaası için dağlarda sürdürülen o mücadeleyi şöyle anlatır:
Hendek boyu süngülenmiş iki canlılar,
Yediden yetmişe, eşikten beşiğe cana kıydılar.
Böyle olur gâvurun da kahpesi,
Kara zıpkalılar "Allah!.. Allah!... dağlar bizimdir" dedi.
Kanıma kan diye sesler yükseldi.
En büyük efkârıydı altmışlık Eminenin..
"Bubam afkursun" demiş, "Gayri unutmam bunu."
Hey Allahım Honefterin günü müdür?
Karaptalda dernek mi var?
At bindiler, kılınç kuşandılar kara zıpkalılar
Kıyasıya vuruştular günlerce,
Bire on veren başak misali kırıldı Urus, Urum, Ermeni.
Ben sahilden kaçıp dağlarda direnen böyle bir ailenin mensubuyum Hasan…
Dedelerim Halim Ağa ve İlyas Ağa çete reisleri olarak, azıcık kuvvetlerine rağmen, Tonyalı, Akçaabatlı, Vakfıkebirli diğer çetelerle birlikte, Şinik’ten Hıdırnebi’ye, Karadağ’dan Erikbeli’ne bir çok mevkide Ruslara kan kusturmuşlar, büyük zayiatlar verdirmişlerdi. Sonra ne mi oldu sevgili Hasan… Sonra Karadağ da düştü. Nokta bozuldu ve Rus birlikleri Harşit’e kadar dayandı.
Benim dedelerim de işte o zaman ailelerini alarak, götüremedikleri hayvanlarının bağlarını çözüp salarak, senin tabirinle
kaçmaya başladılar Hasan. Hem de ne kaçış... Kürtün’den Şebinkarahisar’a, Merzifon, Osmancık üzerinden taa Adapazarı’ına… Oradan da Hendek İlçesinin Beynevit köyüne kadar gittiler. 24 Şubat 1918 sonrasında ise deniz yolu ile hasretiyle kavruldukları vatanlarına geri döndüler.
Ben, diğer akranlarım gibi, dedemin, ninemin göz yaşları dökerek anlattıkları bu muharebeleri ve muhacirlik günlerini, göz yaşları içinde dinleyerek büyüdüm. Onun için Hasan, bu yaşımda bile
"Trabzon’dan çıktım başım selâmet" türküsünü göz yaşlarımı zaptederek sonuna kadar dinleyemem.
"Çavuşluya geldim koptu kıyamet" mısrası beni o günlere götürür, hıçkırıklara boğulurum. Rus donanmasının muhacir çıkan halkın üzerine ateş yağdırmasını ve çoluk çocuk demeden, genç ihtiyar demeden yüzlerce masumu katledişini hatırlarım.
Bu benim tarihim Hasan... Bu Trabzonumun, Trabzonlunun tarihi. Bunlar belki senin için bir mânâ ifade etmiyor. Ancak, senden yaşadığın topluma saygı duymanı beklemek, benim değerlerime, ecdadıma hakaret etmemeni istemek de benim hakkım olsa gerek.
Evet Hasan, bir çok Trabzonlu Rus donanmasından, Rus ve onun yanında yer alan Ermeni ve Rum azınlıkların zulmünden kaçtı. Trabzon merkezinden de birçok ailenin deniz yoluyla, kara yoluyla hicret ederek Giresun’a, Ordu’ya, Samsun’a gittiklerini biliyorum. Ancak, Kürtoğulları bu sırada ne yaptı bilemiyorum.
Seni bilemem, ancak ben o kaçıştan, o hicretten iftihar ediyorum. Ecdadımla, tarihimle gurur duyuyorum.
Yazında kullandığın o istihzaî üslup, o ünlem işaretlerin beni derinden yaraladı Hasan. Her biri birer kahraman olan ecdadım için bu üslubu kullanmaya hiçbir şekilde hakkın yoktur. O kaçtı dediğin insanlar kurtuluş sonrası derhal vatanlarına döndükleri gibi, kendi dertlerini unutarak ülkenin kurtarılması için ilk teşkilâtı yaparak
Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’ni kurmuş,
Erzurum Kongresi’ni toplamış insanlardır. Onların ön safında da senin mesleğini ifa eden
Faik Ahmet Beyler, Ömer Fevzi Beyler, Meşveretçi Naci Beyler vardı.
Bu tavrın ve üslubun, istihzaların, ünlemlerin, bu coğrafyayı kanlarıyla vatanlaştıran şehit ve gazi ecdadımıza, tarihimize saygısızlık olduğu gibi, üzerinde emeği olan, "
Oltaya Vuranlar"ın gerçek sahibi o güzel insana, Rahmetli
Zeyyad Nemli’ye de saygısızlıktır.
Sevgili Hasan, bu yazınla, barış (!) ve dostluk (!) ödülü verdiğimiz
Yorgo Andriadis’le aynı safta yer aldığını söylemek zorundayım. Yorgo ödül aldığı
Tamama adlı kitabında kendince Trabzon’un Ruslar tarafından işgali esnasında yaşananları anlatır ve şöyle der:
"Özellikle Trabzon’da Hıristiyanlar, kendinden geçip bir ulusal gururu yaşıyorlardı. Uzun kölelik yıllarından sonra, sonunda, "her şey yine bize aitti". Yüzyıllarca beklenen bir düş gerçekleşmişti. Hıristiyan Trabzon ayaktaydı. Uluslarının yüzyıllarca köle olarak çektiği bütün acıların intikamını Müslüman halktan almak isteyen bir sürü ateşli Rum vardı. Ama Başpiskoposun gölgesi her yerde hazır ve nazırdı. Müslüman erkekler korkudan muhacir olup, kaçıp gitmişti. Aileleri ve küçük çocukları ise savunmasız kalmıştı."
Görüldüğü gibi Yorgo; Cihan Harbinde Galiçya’dan Hicaz’a, Kafkasya’dan Çanakkale’ye kadar, her cephede eli silâh tutan Trabzonluların, vatanları için savaştıklarını görmezden ve bilmezden geliyor. Kahraman ecdadımızı utanmadan ve sıkılmadan, karılarını ve çocuklarını esaret altında bırakarak korkup kaçmakla itham etmek alçaklığını gösteriyor. Bu alçaklık da bizden sayılan birileri tarafından ödüllendiriliyor...
Yorgo, bize duyduğu kin ve düşmanlık dolayısıyla bunu yapabilir. Ancak, bu sana yakışmaz Hasan. Senin safın onun yanı olamaz ve asla olmamalıdır. Ezcümle şunu bil ki Hasan; Birinci Dünya Harbinin öncesinde, içinde ve sonrasında Trabzon’da akla, havsalaya sığmayacak derecede büyük kahramanlıklarla dolu olaylar yaşanmıştır. Bunu lütfen araştır ve bu yazıdan dolayı özür dile, safını belli et. Sana yakışan budur.
Kurtuluşun törenlerle kutlanmasının 1948 yılında başlamasına ve bunun altında ABD’nin olması görüşüne gelelim…
Kurtuluşun şenliklerle kutlanmasına 1948 yılında başlandığı doğru. Trabzon Halkevi’nin önayak olmasıyla Trabzon’un işgalden kurtuluşunun 30’ncu yılında kurtuluş şenlikleri Trabzon merkezde olduğu gibi, Trabzonluların yoğun olarak bulunduğu İstanbul’da da yapılmıştı. Bunların detayına girmek burada mümkün değil. Ancak, Veysel Usta’ya da atıf yaparak ABD iddiasını ileri sürmen hususunda bir iki cümle söylemek isterim.
İkinci Dünya Harbi sona ermek üzereyken, 1945 yılı sonlarında Gürcü profesörlerin bildirisiyle başlayan, Giresun da dahil olmak üzere Doğu Karadeniz’den Rusların toprak talepleri, Trabzon başta olmak üzere ülke genelinde tepkilere sebep olmuş, gazetelerde haberler, makaleler yazılmış, nümayişler tertip edilmişti. Boğazlar, elviye-i selâse dediğimiz iller Moskova Konferansı’nda gündem olmuş ve Rusya bize nota vermişti. Bu hususu merak ediyorsan konuyla ilgili Fuat Köprülü’nün, Osman Turan’ın ve Fahrettin Kırzıoğlu’nun yazdıklarına bakabilirsin.
ABD bizim köşeye sıkıştırılmamızdan istifade etmiş olabilir. O günkü hadiseleri değerlendirince, Missuri Zırhlısı’nın bir yıl önce ABD’de vefat eden büyükelçimizin naaşını büyük bir tantana ile İstanbul’a getirmesi ve benzeri olayları göz önüne alınca, zaman zaman ben de aynı kanaatlere varıyorum. Bazı kişilerce iddia edildiği gibi, olaylar bizi NATO’ya dahil etmek için tertiplenen komplolar da olabilir.
Sevgili Hasan, velev ki bu olaylar birer tertip olsun, ABD çıkarları gereği bizi Rusya’ya karşı kine sevketmiş olsun, bu neyi değiştirir? Bunun Trabzon’un gerçekleriyle ne ilgilisi var?Uluslararası konjektür mutlaka mahalli olaylar için de önemlidir. Ancak, bu belirttiğin husus, Trabzon’da yaşananları gizlemek için sis oluşturmaktan başka bir şey değildir. Bunlar, Trabzon’un Birinci Dünya Harbi’ndeki yaşadıklarını hiçbir şekilde değiştiremez. Kurtuluşunu kutlamasına bir mani teşkil edemez.
Hasan, bu kulaktan dolma iddiaların, Trabzonlu’nun askeriyle birlikte vatanını bütün gücüyle savunduğu, işgale karşı sonuna kadar kahramanca direndiği gerçeğini ortadan kaldıramaz. Bunun aksini iddia etmek mümkün değildir.
Tekrar ediyorum. Ruslar şehir merkezi hariç, işgal boyunca hiçbir zaman yüksek irtifada tam bir hâkimiyet kuramamıştır. Kurtuluşun Erzincan Mütarekesi neticesi olduğunu göz ardı etmek ise bir başka yanlıştır. Burada Trabzon kurtuldu mu, kurtarıldı mı? Sorusu sorulabilir. Ancak bu da neticeyi değiştirmez. Önemli olan bizim vatanımıza kavuşmamızdır. Suyu bulandırmanın, tarihi gerçekleri ters yüz ederek, bilgi sahibi olmadan görüş sahibi olmanın kimseye faydası olmaz.
Sana son sözlerim sevgili Hasan Kurt, lütfen 'mezarlık ağaçlandırma projeleri' gibi uçuk kaçık projelerle ilgilen, onları tenkit et. Mülkî ve mahallî yöneticilere köşenden talimatlar vermeye devam et. Bu işleri kendince iyi de yaptığını sanıyorum. Ama ne olur, yeterli bilgi sahibi olmadığın, ehil olmadığın bu tür konulara girme. Bunlar derin konulardır. Şurasını unutma ki; kişi her şeyi bilemez, bilmek zorunda da değildir. Malûm, o bildiğinin âlimi bilmediğinin cahilidir. Ve her kişi oku emrine muhataptır. Ancak yazmakla mükellef değildir. Bunları bir dost sözü, ikazı kabul et ve lütfen bildiğin anladığın konularda yaz. Haddini aşma. Ediblerin edebli olması gerektiğini unutma. Mesleğinin gereği, sorumluluğu da bunu icap ettirir.
YAPILAN YORUMLARDAN
• 22 Eylül 2009 23:51
Osman KaragüzelTrabzon'un işgali ile ilgili malum zata verdiğiniz cevabi yazınızı okudum. Bilinen şahsına münasip ve tamamen kendi ego ve kaprisine ait, yazı denemeyecek, 'harfler çöplüğü' denebilecek hezeyanlarına ait yazınıza aynen katılıyor, tamamının altına imza atıyor, şükranlarımı arzediyorum. Yazar olmak, yazı yazmak, hele Tarih yazmak insanların işidir ve her şeyden önce insan olabilmeyi gerektirir. Daha da önemlisi bu toprağın evladı, bu toprağın yoğurduğu yerlilerden, kökü dışarıda olmayanlardan, ya da beyni yabancılaşmış olanlardan olmamalıdır. Tekrar teşekkür ediyor, elinize sağlık diyor, yerli ve milli kaleminizin hiç susmamasını Mevla'dan niyaz ediyorum.
• 09 Eylül 2009 10:58
Tahir Orhan
Saygıdeğer Ağabey, Trabzon'un yakın tarihiyle ilgili yazını sonun kadar büyük bir keyifle okudum. Hasan Kurt vakası zaten yeni değildir. O Trabzon'un uslanmaz kalemidir; aynı zamanda da hizip başıdır. O şimdi bunun ne demek olduğunu da anlamaz ve bana da saldırır ama olsun zararı yok. Daha geçenlerde de bu şehirde en az 15 kilisenin yıkıldığını ve Hıristiyanlara büyük eziyetler edildiğini yazmıştı. Sümela'da da Yunanlıların ayinlerine neden izin verilmediğini sormuştu. Umarım bu cevabınızı anlar. Umarım diyorum, anlayacağından şüphem var çünkü. O bundan da bir paye çıkaracak kendine. Sizin gibi değerli bir araştırmacıdan cevap aldığından dem vuracak. ama olsun, çok iyi oldu.
Gönüldaşİsmail HACIFETTAHOĞLU kardeşime tarihi, kültürel ve ata mirasımıza karşı gösterdikleri hassasiyetten dolayı sevgi, saygı ve şükranlarımızı arz ederiz. Atalarımızı ne kadar çok minnetle, rahmetle ve dualarla ansak dahi yine onlar için bir şeyler yapmış olamayız. Onlar bizler için canlarını, mallarını ve rahatlarını seve seve feda etmişlerdir. Sayın Hacıfettahoğlu tenkitlerinde son derece haklıdır. Sayın Hasan KURT da aslında tarihine bağlı birisi olmasına rağmen böyle bir yazıyı kaleme almasını, onun halkına sırtın dönen, ya da “dönek” diye tabir edilen ve yahut ta “hain” diye damgalanacak silik ve şahsiyetsiz kişilerden olmadığını ve asla da olmayacağını belirtmek isterim. Sayın Kurt’un böyle bir yazıyı ancak akıl ve mantık ve hafızayı dumura uğratan bir içki âleminde kaleme alınacak, akıl süzgecinden geçmeyen yazılar olarak görüyorum. Sayın Kurt’un yaptığı bir tarihi hatayı düzeltmesi mümkündür. Zira inanıyorum ki bu yazı onun gerçek bilgi birikim, duygu ve düşüncelerinin ürünü olamaz. Bilindiği üzere bu ülkede Kürt kardeşlerimiz üzerinden akıl ve gerçek dışı fıkralar uydurulur ya da bazı kötü niyetlilerce Kürtlere uyarlanır oldu. Ve sinsi ve düşmanca Kürt kardeşlerimiz ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Başarı da epeyce de yol aldıklarından bu namert ve melun taktik, Karadenizli olan bizler için ortaya konulmaya başladı. Vatanını, milletini her şeyden çok seven bu halk ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Müslüman Türk kimliğine sahip hazır-cevap Temel’i bile tartışmaya açanlar da bunlardır. Ancak Sayın Kurt’u değerlendirmek için geçmiş yazılarını değerlendirmeden yorum yapmak hatalı olacaktır, sanırım. Ancak ayrıştırma konusunda Akçaabat’ta yaşandığı iddia edilen uydurma ve alçakça bir hikâyeye atıfta bulunulması başta Akçaabatlılar olmak üzere bütün Trabzonluları ve Karadenizlileri derinden üzmüştür. Bu gerçekdışı hikâyeyi uyduranın şeref ve haysiyetle ne ilgisi olabilir. Bu yalan ve iftira hikâyeyi uyduranları ve tekrarlayanları şiddetle kınıyoruz. Sayın Kurt’un böyle yalan ve uydurma hikâyeye yer vermesi, dağlarda Ruslarla yapılan savaşlardaki siperler hala dağlarda belirli olduğu ve kazdıkça yerlerden şehit kemikleri ve cephane artıklarının fışkırmasını, Rus mermi ve bombardımanlarından Rus destekli Ermeni katliamlarından ve Rum soygun çetelerinden kurtulmak için evlerini, barklarını, yurtlarını her türlü yoksulluk ve çaresizliğe rağmen terk edip Harşit Dersinden çok uzaklara ihtiyar, kadın ve çocukların muhacirliğe çıktıklarını, açlık, sefalet, soğuk, hastalık ve Ermeni ve Rus istilacıların bu Müslüman muhacirlere verdikleri kayıpları, bölünen parçalanan aileleri unutmak inkâr etmek mümkün müdür? Bunu Sayın Kurt; bizler gibi dedelerinden, ninelerinden, madalyalı gazilerinden hiç dinlememiş midir? Yoksa onların çektikleri zulüm ve işkence ve yaşadıkları katliamları küçümsemekte midir? Hiç sanmıyorum, ama ben yine de Sayın Kurt’un yazı içeriğinde yer aldığı üzere kötü niyetli olmadığını düşünüyorum. Tabii bazı yorumcular durumdan vazife çıkartıp Sayın Kurt’un Kürtlüğüne vs kadar detaya inip hakaret etmesi ahlak ve insafla bağdaşmaz. Sayın Kurt’un amacın aşan bu yazıdan dolayı Karadeniz ve Trabzon ve özellikle de Akçaabatlılardan özür dilemesini bekliyorum.
• 17 Haziran 2009 11:08
Hakan Saralisayın hasan kurt yakın zamanda ekpres de bir yazısında üniversite öğrencilerinin siyasi vesosyal etkinliklerini değerlendirirken 40 bin öğrenciden 5-10 kişinin yaptıklarının veya rektörlüğün onlara verdiği uzaklaştırma cezalarının normal/ caiz olduğunu vurgulamıştı. bilmiyorum ama ekpres gazetesinin daha muhalih bir damarı olduğunu hissetmiştim.Statukonun bekçiliği insanlığa tarihin hiç bir devrinde yol gösterememiştir.aksine geriliğin ana etkeni olmuştur.
• 29 Mayıs 2009 17:53
Ali SağlamHasan Kurt KTÜ kuruluş yılı kutlamalarını bahane ederek yine mukaddeslerimizle alay etmeye başladı. Kurtuluşla alakalı yazdığı haddi aşan, edebe ve adaba sığmayan yazısı üzerine Sayın Hacıfettahoğlu'ndan gerekli dersi almıştı. Hacıfettahoğlu'nun gayet kibarca ve dostça ikazlarını ise, ne hikmetse, küfür ve tehdit olarak algılaması da Hasanca bir durum. Son aymazlığında ise Ali Öztürk'ten gerekli dersi aldığını umuyorum ve kendisine sesleniyorum. Yapma Hasan Kurt, sana bu tavırlar yakışmıyor. Seni sevenleri üzme, ecdatının kemiklerini sızlatmaktan vazgeç. Lütfen camii duvarından uzak dur...•
Süleyman İskender 12 Mayıs 2008 20:54
Çok Muhterem İsmail Hacıfettahoğlu Kardeşim, Öncelikle, sonsuz saygı, selam ve şükranlarımı sunuyorum. Trabzon’un yakın tarihi konusunda, yazmak lütfunda olduğunuz bilgiler için, tebriklerimi ve takdirlerimi arz ediyorum. Ülkemizdeki iller içinde, Trabzon’un çok özel bir yeri vardır, bunu bilenler bilir…, detaylarına girmeye gerek yok. Sözünü ettiğiniz, Selanik’te ikamet eden “Yorgo Andriadis” isimli şahsın, 1957’den 1994 yılına kadar, çeşitli bahanelerle, elli dört kere Trabzon’a geldiğine dair bilgi bulunmaktadır… Bu tür gafillerin bir hesabı olabilir, mümkündür, ancak, Allah’ın da bir hesabı olduğunu “asla” unutmamaları gerekir… Kutsal vatan topraklarımızın her karışının, mutlaka tarihi bedelleri vardır. Trabzon ilimizin de tabii… Her ilimizin, bir tarihi ve bir de tapusu olduğunu biliyoruz… Trabzon’un tapusunu alabilmek için, yüzlerce yıldır yapılmak istenen ve halen zaman zaman kalkışılan bazı girişimlerin…, ne tür karşılıklar gördüğü hafızlarımızdadır... Eğer söz konusu Trabzon ise, Trabzon’un tapusunu alabilmeleri için, öncelikle, Trabzon’un bileğini bükmeleri gerekir…!!! Trabzon’un mert insanları ve aydınları, her türlü sinsi oyun ve tahriklere rağmen…, tarihin her devresinde olduğu gibi…, bu tarihi görevini yerine getirmek için uyanıktır ve sorumluluklarının idraki içindedir… Bu nedenle, asla kararsızlığa ve şüpheye düşülmesine gerek olmadığını biliyoruz… Trabzon, bazılarının sandığı gibi, asla sahipsiz değildir, olmamıştır da… Bu Trabzon’umuz için olduğu gibi, Bursa’mız, Edirne’miz ve Kars’ımız için, İzmir’imiz, Hatay’ımız ve Diyarbakır’ımız için, kısaca bütün “seksen bir ilimiz” için de geçerlidir… Son derece kıymetli görüşlerinizden dolayı sizi bir kere daha kutluyor, bu vesile ile kâlbi şükranlarımı sunuyorum…
Süleyman İskender
20 isan 2008 09:34
Mehmet S. YazıcıGünebakış'taki bu yazı için öncelikle yazarın eline sağlık diyorum. Tarihe, akıl almaz abartılar ve hamaset duygularıyla bakmak son derece yanlış... Ancak, kendini, milletini ve ecdadını aşağılamak pahasına gerçekleri ters yüz etmek ise daha vahim yanlış ve sorumsuzca olduğu kadar, aynı zamanda haince bir davranış.. Yazarın, Trabzon çevresinde, çeşitli mıntıkalarda gösterilen kahramanca direnişleri vurguladıktan sonra; özellikle saldırılarla apansızın ve korunmasız bir biçimde karşılaşan halkın gösterdiği tavrı üçe ayırması son derece isabetli. Bu tespit verdiği mesajın gerçekçi ve dengeli bir mahiyet kazanmasını da sağladı. Okurlar da, yorumlarıyla satır aralarında gayet bariz bir biçimde hissedilen hassasiyet ve heyecanı paylaşmış oldular. Böyle önemli bir konuda bizleri aydınlattıkları için yazara ve gazeteye tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum.
• 19 Nisan 2008 16:36
Hasan
Son yıllarda tarihimizi çarpıtmaya, ecdadımızı küçük düşürmeye yönelik faaliyetlerde büyük bir artış olduğu gözlenmektedir. Bizi benliğimizden uzaklaştırmayı, millî kimliğimizi yok etmeyi amaçlayan bu faaliyetlere bilerek bilmeyerek içimizden birçok kişinin de alet olduğu bir gerçektir. İsmail Hacıfettahoğlu’nun son derece isabetli bir şekilde dile getirdiği bu acı gerçeği insanımızın doğru okumak ve ondan dersler çıkarmak mecburiyeti vardır. Yazı Hasan Kurt’a değil, Hasan Kurtlara yazılmış gibidir. Tabir yerindeyse bu yazı, Karakoç’un ifadesiyle “Mektup yazdım Hasan’a, Ha hasana ha sana” tarzında bir yazı oldu. Bu vatanın sahipsiz olmadığını yapıcı bir şekilde, edeb dairesinde kalarak, ikaz görevini yaparak gösterdi. Hasan Kurt ve Hasan Kurtlar, İsmail Hacıfettahoğlu’na teşekkür edecekleri, yaptıkları yanlış yazı ve değerlendirmelerinden dolayı okuyucularından özür dileyecekleri yerde, Hasan Kurt’un cevabında olduğu gibi saldırgan ve alıngan bir üslupla konuyu ajite etmeleri son derece yanlıştır. Sayın Hacıfettahoğlu’nun da belirttiği gibi, kişi her şeyi bilemez. Bilmemek ayıp değildir. İnsan yanlış kanaatlerde de bulunabilir. Hasan Kurt’un hatasından dönmesini umuyordum. Ancak yazısını okuyunca, hislerine mağlup olduğunu, özür dileme yerine, hiçbir şekilde tasvip edilemeyecek ecdatla alay eden yazısının arkasında olduğunu görerek üzüldüm. Kendisine buradan şunu söylemek isterim, -gerçi söylenmesini gerekeni sağolsun hepimiz adına Hacıfettahoğlu üslubuyla söyledi
Trabzonumun değerli gazetecisi Hasan Kurt, lütfen bazı konularda cahil olduğunun söylenmesine alınma. Unutma ki cahillik, hatta zırcahillik hainlikten bin defa daha şereflidir. Sayın Hacıfettahoğlu’nun seni hainlikle değil bilgisizlikle itham ettiğini görüyorum. Bunda bir hakaret araman yanlıştır. Ziyad Nemli hakkında yazdıkların ise bir başka ayıbındır. Vefa duygusunun maalesef toplumumuzda zayıfladığı biliniyordu. Ancak bu dereceye düşeceğini tahmin edemiyordum. Lütfen özür dileme erdemin göster. Tarihimiz, ecdadımız, halkımız adına senden bunu bekliyoruz.
• 16 Nisan 2008 23:25
İlyas Avcı
Hasan Kurt hakaraet ve iftira edeceği yer bulamayınca ecdad ve tarihe de el atmak istemiş herhalde... toplum, haliyle geçmişini böylesine küçümseyen, hakaret eden bu şahsın kendi atalarının kimler olduğunu merak ediyor. galiba ancak geçmişinden kaçan bir kimse atalarının ülkelerini savunmadan kaçtığını idiia edebilir. bu tip insanlar artık hak etmedikleri yerlerde barındırılmamalı, şehitlerimizin kanlarıyla kazanılan bu topraklar üstünde yaşayıp; onlara hakaret ve iftira edebilecek cesareti artık bulamamalıdırlar.Trabzon halkı her zaman tarihine, kültürüne milli ve manevi duygularına sahip çıkmıştır. Hasan Kurt mayınlı sahada mayın üstüne basmıştır. umarım dersini alır ve aynada kendisine bu kadar sık bakmayı terk eder.
• 16 Nisan 2008 13:09
Yrd Doç Dr. İsmail Akbal
İsmail Hacıfettahoğlu kalemine sağlık. Aslında biz de Hasan Kurt'a karşılık birşeyler yazacaktık ama sen bizlere birşey bırakmamışsın. Aslında Sayın Kurt'un bu yazıyı ne amaçla yazmaya çalıştığını hala anlamış değilim. Kendi yaşadığı memleketi, milleti aşağılamakla ne yapmaya çalıştığını hala çözmüş değilim. Aslında Fransız yazar Rosenaue'nun Post-modernizm akımını savunanlarla ilgili bir sözü var "Bu post-modernistler gerek bilimsel, gerek entellektüel anlamda gerçek bir değr üretememiş, açıkcası başarılı olamamış kişilerdir. onlar kendilerini duyurabilmek var olan gerçekleri, teorileri, inanç sistemlerini inkar etmek girişiminde bulunurlar". galiba hasan Kurt da post-modernizmden etkilenmiş. baktı ki yetenekleri sınırlı tarihi gerçekleri hele bir çarpıtalım, reklamın iyisi kötüsü olmaz, diye düşündü galiba. Yapmayın Hasan Bey, sizin hangi alanla ilgili olduğunuzu bilmiyorum ama Karadeniz tarihiyle ilgili çalıştığınızı zannetmiyorum. olsaydı biz duyardık sizi. Nasıl oldu da yeri gelip bir imparatorluğa kafa tutan bir yöreyi korkaklıkla, basiretsizlikle suçladınız? nasıul kendini savunmadı dersiniz. niçin o günün gözlükleriyle bakmıyorsunuz (retrospektif bakış acısı)? aslında sizin bakış açınıza göre bakar isek (prospektif yani bugünü gözlüğüyle) Trabzon halkı korkaktır, Mustafa Kemal Paşa da bir diktatördür. Ancak o günün gözlükleriyle bakar isek (yani gerçeği görürsek) ne MUstafa Kemal Paşa bir diktatörrdür hatta o devrin en demokrat lideridir; ne de Trabzon halkı kaçmıştır, hatta en dirençli illerden biridir. o günlerdeki nüfus istatistiklerine hiç baktınız mı? Birinci Dünya Savaşı'n da Trabzon'da kurulan askeri birliklerden hiç mi haberiniz yok. olası bir rus saldırısına karşı Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Trabzon'da kurulan örgütlerden de mi haberiniz yok. Ayrıca Trabzon halkı kaçtı da ermeni çeteleriyle kim çatıştı. gerilla savaşlarını kim yaptı. Birinci Dünya Savaşı başladığında, Nail Bey ve Yusuf Rıza Bey tarafından Trabzon, Artvin, Giresun, Rize ve Hopa’da toplanan Jandarma taburları ve gönüllülerden oluşturulan birlikler Trabzon’da bir araya getirildi. Trabzon’da toplanan TM alayları Yusuf Rıza Bey’in komutasında, Erzurum’dakiler de Bahattin Şakir’in komutasında Sarıkamış muharebelerine katıldılar . Kafkas İhtilal Cephesi'nde de çatıanların büyük çoğunluğu Trabzonluydu. Trabzon'da toplanan birlikler Kafkas Cephesine gitmek üzere İstanbul’dan Trabzon'a gelmiş ve burada Yüzbaşı Halit Bey (Deli Halit Paşa, Kar¬sıalan) ve Yüzbaşı Rauf’un birlikleriyle birleşerek Sarıkamış muharebelerine katılmıştır. Trabzon'da Ruslarla savaşacak kaç kişinin kaldığının hesabını da Şehir Salnamelerindeki istatistiki nufus bilgilerine bakarak siz hesaplayın. Sırf sarıkamış murebelerine savaşmak için hapishanerin bile boşaltılıdığından haberiniz var mı bilmiyorum. Ayrıca Rus işgali ile ilgili sizi biraz bilgilendirelim: Ruslar, Sarıkamış bozgunundan sonra, Trabzon vilayetinin sınırlarına ulaşarak sırasıyla 24 Şubat 1916’da Rize’yi, 15 Mart 1916’da Of’u, 18 Nisan 1916’da da Trabzon’u işgal ettiler ve şehrin yönetimini Vali Cemal (Azmi) Bey’den devraldılar. peki hiç direniş olmadı da niçin bu işgal 2 ayı buldu! mesaf3e o kdar mı uzak. Ruslar, Trabzon’da kaldıkları süre içinde, Rum ve Ermenilerin en büyük destekçisi olmuşlar ve bunlar tarafından yerli Müslüman halka karşı yapılan büyük işkencelere ve katliamlara göz yummuşlardır. Rus işgali ve yapılan katliamlar nedeniyle halk Giresun, Ordu, Sam-sun ve diğer iç bölgelere göç etmiştir. Yaklaşık 80.000’den fazla kişi mülteci durumuna düşmüştü . Söz konusu nüfus hareketi sonucu şehrin fiziki yapısı, tarihi mekanları, sanat eserleri ve kütüphaneleri büyük hasar görmüştür. Ruslar askeri amaçla büyük binalara yerleşirken, askeri amaca hizmet etmeyen kimi binaları da yıkmışlardır . 1917’de Bolşevik İhtilali çıkınca, Rus ordusunda büyük bir panik başlamış ve geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine Ruslarla, 18 Aralık 1917’de Erzincan Antlaşması yapıldı. Ancak bu anlaşmaya Ermeniler uymayıp, katliamlara devam edince, Enver Paşa Kaf-kas Cephesi Komutanı Vehip Paşa’ya Kafkasya üzerine genel hareket emri verdi . 11 Şubat 1918’de genel hareket emrini alan ordu, bir yandan Kafkasya üzerinden ilerlerken diğer yan-dan da Albay Kâzım Bey (Özalp) komutasındaki 37. Tümen Trabzon’a doğru yola çıkarttı ve 24 şubat 1918’de Trabzon ele geçirildi. Böylece, 14 Nisan 1916’da Ruslar tarafından işgal edilen kent 24 Şubat 1918’de geri alındı ve iki yıllık esaret dönemi de böylece sona ermiş oldu . Trabzon halkı, işgalden sonra başta açlık ve salgın hastalık olmak üzere büyük sıkıntılar-la karşılaştı. Özellikle iç bölgelere göçen muhacirlerin geri dönmesiyle birlikte bu sıkıntılar daha da artmıştır. İstanbul Hükümeti, ülkenin genel şartlarının kötülüğü nedeniyle, yeterli yardımları yapamamış ve şehir halkı bu sıkıntılara kendi imkanlarıyla karşı koymaya çalış-mıştır. İşgalden sonraki bu yaşam mücadelesinde Trabzon, yaklaşık olarak nüfusunun üçte birini kaybetmiştir. nüfusunun 1/3'ü kaybeden bir vilayet için nasıl korkak diyebilirsiniz. Benim mülkiye'daki asistanlık yıllarımda radikal siyasi görüşe sahip arkadaşların ağzından da sizin anlattığınız gibi rakı sofrası esprileri Erzurum için anlatılırdı. Erzurum'un kurtuluş günü kutlamalrında sözde bir o günleri yaşayan dede çıkmış da yapılan tecavüzleri allandıra ballandıra anlatmışmış, direnmek hak getire vs vs. Yapmayın Allah Aşkına. Herkes kendi işini yapsın. Ülkemiz yeterince hassas bir dönemden geçiyor sizlerde bazılarının emellerine hizmet etmeyin. Ben çok vilayet gördüm ve üzerinde çalıştım ama halkının korkak olmadığına eminim diyeceğim ilk vilayet Trabzon'dur. Ki bu yöre halkı yeri gelmiş Osmanlı İmparatorluğu zamanında haksız uygulama yapan devlet temsilcilerine bile kafa tutmuş, yeri gelmiş Milli Mücadele yıllarında haksız uygulamar yapan valilere bile yol göstermiştir. Lütfen yargılarımız da ölçülü ve mantıklı olalım.
• 13 Nisan 2008 07:27
Ertuğrul SOYTÜRKAdamın soyadı Kurt. Soy kütüğü Kürtoğlu. Dedeleri 250 yıl önce Trabzon” a yerleşmiş. Nereden ve niye göç etikleri konusunda bilgi yok. Ama 250 yıldan beri Trabzon”u vatan tutmuş bir aile. Yakın akrabalarından biri uzun yıllar milletvekilliği ve bir ara Bakanlık yaptı.Hasan KURT da bir gazetede köşe yazarı. Hatta Trabzon Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yapıyor.Buraya kadar her şey normal.Demek ki Trabzonlu,bu aileyi kendinden saymış ki siyasetin ve medyanın tepesine bu aileden insanlar gelebilmiş.Bu aileden bir gazeteci hiç üzerine elzem olmayan ve bilgi sahibi olmadığı bir konuda kalem oynatmış ama ne oynatmış.Trabzonlular rus işgalinde tapana kuvvet kaçıp şehirlerini kuzu kuzu rusa teslim etmişler. Kaçan kimler, eli silahlı erkekler mı? Askerler mı? Hayır ,yaşlı,çocuk ve kadınlar.Nasıl kaçmışlar? Hicret etmişler.Ne yapmaları gerekiyordu?.Rusların gelip evlerine,barklarına oturup kadınlara sahip olmasını mı bekleselerdi?.Irzlarını Ruslara teslim mi etselerdi?.Hiç birini yapmadılar.Müslüman Türkün tarih boyu yaptığını yaptılar.Düşmanın uzanamayacağı güvenli bölgelere uzandılar.Yollarda perişan oldular.Açlıktan ,salgın hastalıktan ölenlerin sayısı belli değil.93 harbi denilen harpte aynı şeyi yaşamadık mı?Rusların ,Bulgarların zülmünden kaçanlar nasıl İstanbula geldi.Evladı fatihan dediğimiz ,kanımızla suladığımız,iman ve inancımızla güzeleştirdiğimiz,Müslüman Türkün mührünü vurduğumuz toprakları niye terk ettik.Hem de bir daha dönmemek üzere.Çünkü ırz ve namusumuzu ancak hicret ederek koruyayabilirdik.Daha dün cereyan eden bu felaketi yeni nesillere anlatmadık,anlatamadık. Ecdada sövüp, geçmişi reddi miras ettik. Başımıza gelenler az bile.
• 08 Nisan 2008 10:05
kemal yılmazİsmail beyin yazdıklarından sonra eline sağlık demekten başka söze gerek yok diye düşünüyorum.
• 05 Nisan 2008 18:36
Ertuğrul KOMUTİsmail Hocamın kalemine sağlık. Allah razı olsun. Trabzon üzerinde son 10-15 yıldır dönen entrikalara, kendi toprağımızın insanının da bu ifadelerde destek veriyor olması bizi kahreder. Hasan KURT'un bu yazdıklarına, Trabzonu hiç görmemiş, Türkiyenin en ücra köşesinde yaşayan insanlarımız bile bir anlam yükleyemez. Anadolunun herhangi bir köşesinde, Hasan Kurt'un yazısı duyulsa "Yazık, TRABZONLULAR BİLE VATANINI SATAR OLMUŞ" cümlesi konuşulur olur. Trabzon üzerine oyun oynayanlar ise, "HAH TRABZON DA SÖKÜLMEYE BAŞLADI" der mutlu olur. Hasan KURT'a cevap olarak ise ben sadece şunu söyleyebilirim. Soyadımın KOMUT olduğunu görürüyorsunuz. KOMUT soyadını almamızın sebebi , Bahsi geçen Kurtuluş yıllarında, dedelerimin Ruslara karşı komitacılık yapmasıdır. Bu dedelerimin ruslara karşı komitacılık yaptığını sadece bizim sülalemiz söylemiş değildir, köydümüzdeki bizimle akrabalığı olmayan -şu an hayatta olmayan- büyüklerimizden de ben bizzat dinledim. Biz Trabzonlu gençler hakikaten Trabzon tarihini bilmiyoruz. Anadolunun diğer köşelerinde yaşanılanı okulda öğrendik, ama trabzon tarihini hiç bir yerde okumadık. İsmail Hacıfettahoğlu ve diğer hocalarımdan ricam şudur ki, her yaşta insanın okuyabileceği kitaplar yazılmalıdır. İlkokul çocukları için, O yılları konu edinen kısa masalsı öyküler, Ortaokul ve Lise gençleri için, hikayeler, Romanlar, Daha büyükleri için ise, derlenmiş tarih kitapları yazılmalıdır. Özelikle Son yıllarda dönen entrikalar sebebiyle bu tür kitaplar ile yeni nesli bilinçlendirmek, HOCALARIMIZA bir vatan borcudur artık diye düşünüyorum. Hürmetle hocalarımın ellerinden öperim.•
02 Nisan 2008 13:31
mehmet ali balcıSn. İsmail hacıfettahoğlu, değerlendirmenize katılmamak mümkün değil. Atatürk derki; "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça kendisinde büyük işler yapmak için kuvvet bulacaktır". Atatürk'ün tarih görüşü bu anlayışa dayanır. Bu söz, dikkat edilmesi gereken ve tarih incelemelerinde her zaman gözönünde bulundurulması gerek bir anlayıştır. Toplumların kalkınmasında, kendisini devamlı hatırlamasında, ne olduğunun farkında olmasında tarihin rolü çok kritiktir. Tarih hakkında bu yüzden bilenler konuşmalı, ders verecek tarihi hakikatler bilenlerce dile getirilmeli, tarih ideolojik önyargılara veya bilmediğini bilememe cahilliğine kurban edilmemelidir. Cahil, bilmediğinin düşmanıdır. Bu yaklaşıma sahip olanlardan sakınmak gerekir. En başta genç nesli sakındırmak gerekir. Tarihini anlatırken, "oyle bi gaçaydukki dabanlarımız ..ötümüze vuriydi" demek veya bu yanlış sözü tekrar etmek, ayıplanacağı kadar, bu memleket insanına hakarettir. Ciddi meseleri mizah dönüştürmek ciddiyetsizliktir. Üç beş insanı güldüreceğim derken gülünç duruma düşme riskini ortaya çıkarmak demektir. Bunun için ismail bey'i kutluyor, karşı taraftaki arkadaşı da uyarıyoruz. Lütfen bu yanlışlıklara düşmeyiniz. İsmail Bey'in size yaptığı genel değerlendirmeleri, şahsileştirmeyiniz. Böyle yaparsanız, ciddi bir meseleyi başka yanlışlıklara sürüklersiniz. İsmail bey'in ifadelerine aynı üslupla ve özellikle bilgi içerikli bir üslupla cevap yazsaydınız emin olun toplum olarak sizden de birşeyler öğrenebilirdik. Hepinize selam ve hürmetlerimle katılıyorum.
• 01 Nisan 2008 12:23•
Aydın Özgören/FransaSevgili İsmail amca, yazını zevkle okudum. Gerçekten de insanlarımız entelektüel görüneyim derken ecdadımız için hiç de hoş olmayan ifadeler kullanıyorlar. Ben sizin yazınızı okurken rahmetli Erol Güngör'ün şu cümlesi aklıma geldi. "Bu vatan için 'uyuz kedilerini' bile feda edemeyenler FATİH’İN vatan toprakları için kardeşini feda etmesini anlayamazlar...." evet Tarihçilik başkalarının sandığı gibi geyik yapılan bir alan değildir. Tarihçilik biraz da empati yapmaktır. Buna da kronik tarihçilik diyorlar. Yani olayların yaşandığı zamanda kendini yaşıyor hissetmektir ve değerlendirmelerini bu yönde yapmaktır. Hasan Kurt mudur 'Çakal' mıdır bilmem ama kendisi o dönemde yaşaydı acaba çaresizlik içerisinde Rusların gelişini mi beklerdi bir sormak lazımdır. Eğer cephe düştüyse başka emniyetli alanlara gitmek kaçmaksa evet dedelerimiz kaçmıştır. Bunun bir çok örneği de tarihte vardır. Fransızlar bile Paris'i savaşmadan Almanlara teslim etmişlerdir. Buna ne isim vereceğiz o zaman ihanet mi. Hasan Kurt un yapmak istediği güya objektif bir bakış acısı ve milliyetçi-kahramanlık söyleşilerinden arınarak yorum yapmak. Ama bunu becerememiştir. Çünkü tarihle ilgili yorum yapmak birikim ve iyi bir psikolojik tahlil becerisi gerektirir. Sevgili İsmail amca sizin yazınız o sahsa iyi bir cevap olmuştur. Elinize sağlık.. Saygı ve muhabbetle....
• 31 Mart 2008 20:01
Emin Galip
"24 Şubat 1918… Rus işgal güçlerinin tası tarağı toplayarak, savaşmadan, kayıp vermeden Trabzon’dan çekildiği gün. Rus işgal güçleri, 1916 yılında da Trabzon’u alırken aynı şekilde hiçbir mukavemetle karşılaşmamışlardı. Rus’lar ellerini kollarını sallaya sallaya Harşit çayına kadar geldiler. Müslümanlar, topraklarını terk ettiler ve muhacirliğe çıktılar." Yukarıdaki yazı tümüyle Hasan Kurt'a ait.. Bunları yazmaktan çekinmiyor ve hatta bu yazdıklarının arkasında olduğunu utanmadan tekrarlıyor ama bu olayın böyle olmadığını tarihi vesikalarla çürüten bir araştırmacının kendisine hakaret ve küfür ettiğini söyleyerek kendisinin Türk, Müslüman, milliyetçi ,ulusalcı ve demokrat olduğunu ne alaka ise haykırıyor. Şimdi ey Trabzonlular elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün. Bu Hasan KURTa birisi hayır bizim ecdadımız rusun işgaline karşı direndi,direnişe gücü yetmeyen, yaşlı, kadın ve çocuklar rusun boyunduruğuna girmemek için evini, barkını,ocağını terk ederek yollara düştü.Eli silah tutanlar çeteler halinde yüksek kesimlerde vatanlarını savundular,savunmasız olanlar ırz ve namusunu korumak için muhaceret ettiler ancak senin ecdadın ne yaptı bilmiyorum diyorsa bunun neresinde sövme,hakaret ve aşağılama var. Hasan Kurt suçustü yakalandın, Trabzonluyu istihza ettin, Şehitlerimizin kemiklerini sızlattın.Ne olduğunu ve kim olduğunu Trabzonlu bu vesile ile öğrenmiş oldu.
• 31 Mart 2008 11:51
Ahmet YılmazBen yazarın görüşlerine aynen katılıyorum. Hasan Kurt verdiği cevapta hakarete uğradığını söylese de ben yazının hakaret ve küfür içerdiğine inanmıyorum. Esas hakaret içiren yazı Hasan Kurt'un yazısıdır. Hem de tarihimize ve ecdadımıza hakaret ve iftira içermekte... Burada tarihçilerimizi göreve çağırıyorum. Ne olur zaman ayırın ve en azından yakın tarihimizi bu karanlıklardan kurtarmaya, tarih şuurumuzun oluşmasına ve güçlenmesine yönelik çalışmalar yapın. Gerçekleri yansıtmayan, dedikodulara dayanan bilgileri artık tarih diye okumaktan bıktık.
• 27 Mart 2008 19:08
Kamil Bilirhasan kurt kürt bir aileden geliyo demekki. ayrıca rum yorgoya komşuymuş herhalde. aynı görüşleri paylaştığına göre.Trabzonda gazetecilik kimlerin elinde olduğunun açık bir gösteregsi hasan kurt.bu gibi rahatsız tipleri Trabzonda barındırmamak gerekir.Türk ve müslüman düşmanlığı oradan geliyor anlaşılan.buradaki insanların verdiği kurtuluş mücadelesi ile dalga geçen zihniyetin bu topraklarda işi yok.
(YAZI KARADENİZDEN GÜNEBAKIŞ GAZETESİ'NİN 27 MART 2008 TARİHLİ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.)