14 Mayıs 2018 Pazartesi

OSMAN FİKRET TOPALLI VE ÇALA KLAVYE MALÛL DÜŞÜRÜLEN ESERİ: GİRESUN GÜNLÜKLERİ




OSMAN FİKRET TOPALLI VE ÇALA KLAVYE MALÛL 
DÜŞÜRÜLEN ESERİ: GİRESUN GÜNLÜKLERİ

İsmail Hacıfettahoğlu


Osman Fikret Topallı Kimdir?

Giresun’un yetiştirdiği Osman Fikret Topallı (1891-1963) yakın tarihimizin meçhul kalmış önemli şahsiyetlerinden birisidir. Notları, hâtıraları ve günlükleri neşredilinceye kadar o, Milli Mücadele dönemine alâka duyanlarca ismen biliniyor ve Giresun matbuatındaki yazılarından söz ediliyordu. 2011 yılına gelindiğinde bu durum değişti. Veysel Usta’nın hatıra ve notlarından meydana getirdiği kitapla 2011 yılından itibaren kamuoyu Osman Fikret Topallı’yı tanımaya başladı. Kitabı makaleler ve tebliğler takip etti. En sonunda da günlükleri iki cilt halinde okuyucuyla buluştu. Fulü resim artık netleşti.
Darısı elan karanlıklar içinde kalmış, ademe mahkûm tarihî şahsiyetlerimize…  
Bu temenniden sonra, hakkında edindiğimiz bilgiler ışığında ‘Osman Fikret Topallı kimdir?’ sorusuna birkaç cümle ile cevap vermeye çalışalım:
Osman Fikret Topallı, geniş bir kütüphaneye sahip, Arapça, Farsça ve Fransızca lisanlarına âşina, sürekli okuyan ve araştıran, adeta on parmağında on marifet olan bir entelektüeldir. Yazardır, bedii zevk sahibidir. Birkaç enstrüman çalan bir müzisyendir. Piyes yazan ve sahneleyen bir tiyatrocudur. Özellikle Giresun’un tarihi, sosyal hayatı, musikisi üzerine çalışan ve derlemeler yapan bir kültür adamıdır.
Güce boyun eğmeyen, haksızlık karşısında susmayan, tek başına da kalsa haktan, adaletten ayrılmayan, doğru bildiğinden şaşmayan bir dâva adamıdır. Giresun’a gelerek kendisiyle görüşmek isteyen Ahmet Emin Yalman’la görüşmeyen, Hasan Âli Yücel’e tavır koyan şahsiyetine düşkün bir kişidir.
O, mülkî amirlikten ticarete, ziraattan siyasete, sağlıktan kültüre her sahada marifet göstermiş, İttihatçı duygularla yetişmiş, Rıza Nur’un ardından gözyaşı dökmüş, tarihine, mukaddeslerine, vatanına aşk derecesinde bağlı, gençliğinde camilerde müezzin, yaşlılığında cemaat olmuş milliyetçi ve mukaddesatçı tabirine uyan kâmil bir insandır.
Mensup olduğu memleketin olduğu kadar, ülkenin ve dünyanın dertleriyle de hemdert, vatanperver, vefalı, fedakâr ve diğer-kâm olan Osman Fikret Topallı yaşadığı dönemde iz bırakmış tarihimizin mümtaz şahsiyetlerindendir.

Osman Fikret Bey’in Günlükleri

Osman Fikret Bey’in hayatı çok maceralı bir dönemde geçti. O, harpler, ihtilâller, ihanetler gördü. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına Cumhuriyetin kuruluşuna şahit oldu.Acıların, yoksullukların envaını birebir yaşadı. Gençliğinden itibaren yaşadıklarını, nisyana/unutulmaya uğramamaları ve istikbalin tarihçilerine ulaşabilmeleri için günlüklerine not etti. Osman Fikret Bey’in 2 Haziran 1918 ile 31 Temmuz 1919 tarihleri aralığındaki günlükleri Giresun’daki akrabalarından Veysel Usta’ya intikal etmiş,  Mütareke dönemi ile Milli Mücadele’nin bir kısmını kapsayan, yakın tarihimiz için çok önemli bu günlükler Veysel Usta ve Mustafa Çulfaz tarafından yayınlanmıştı. Diğerlerinin akıbeti ise bilinmiyordu.  
Ankara’nın ünlü sahafı Ahmet Yüksel, sahibi olduğu Sanat Kitabevi’ni Karanfil Sokaktan kendi mülkü olan Esat Caddesi Hacıyolu Sokaktaki yeni yerine taşımış, Ankara’da kitapseverlerin buluştuğu bu nezih mekân, 25 Mayıs 2008 Pazar düzenlenen bir mezatla açılmıştı. Benim için bu mezat diğer mezatlardan daha heyecan vericiydi. Müzayedede yer alan, her biri farklı kıymetlere haiz ürünler arasında 3’ü benim için önemliydi. Bunların ilki, , 1918 yılında Giresun’da neşriyata başlayan, Milli Mücadele döneminin önemli yayın organlarından IŞIK mecmuası idi. IŞIK koleksiyonu birkaç sayı eksiğiyle müzayedeye konmuştu. İkincisi yine Giresun’un kültür tarihinde önemli yeri olan İZLER mecmuası koleksiyonuydu. Üçüncü ürün ise; OSMAN FİKRET TOPALLI HATIRA DEFTERLERİ...
Müzayede kataloğunda bu defterler;
Topal Osman Ağa’nın mektupçusu, sağ kolu, bütün yazışmalarını idare eden, arşivini tutan Osman Fikret Topallı’nın 1925-1961 yıllarına ait, gün ışığına çıkmamış, Cumhuriyet tarihinin ilk dönemine ait kişisel ilişkiler, mücadeleler ve tartışmalı konuları açılarından araştırmacısını bekleyen, 30 adet deftere yazılmış günlükleri” ifadesi ile yer almıştı.
Hatıra defterleri ve çeşitli ajandalara yazılan bu günlükler,  450.-TL’den açık artırmaya konulmuştu.
Müzayedede bana kısmet olmayan bu ürünlerin kim veya kimler tarafından alındıklarını takip edememiştim. Birkaç yıl sonra, Osman Fikret Bey üzerine ilk çalışmayı neşreden Veysel Usta’nın notundan defterleri alan kişinin Prof. Dr. Cemil Koçak olduğunu öğrenmiş ve ehil ele düştüklerinden sevinmiştim. Veysel Usta, Osman Fikret Topallı’nın hatıra ve notlarını kitaplaştırmış ve “Müdafaa-i Hukuk ve İstiklal Harbi Tarihlerinde Giresun” adıyla Temmuz 2011’de Serander Yayınları arasında neşretmişti. Kitaptaki not şöyleydi:  
Elimizdeki belgelerle kaleme almaya çalıştığımız Osman Fikret Topallı’nın biyografisinde önemli eksiklikler olduğunun bilincindeyiz. Özellikle 1930 ile ölüm tarihi olan 1963 yılları arasındaki boşluğun; Osman Fikret Bey’e ait 1925-1960 yılları arasını kapsayan günlükleri bir müzayededen satın alarak yayına hazırladığını belirterek destek isteyen Prof. Dr. Cemil Koçak’ın çalışmasının yayınlanmasıyla önemli ölçüde giderileceğine inanıyorum.” (s. 34) Aynı not, altı yıl sonra neşredilen Osman Fikret Bey’in ikinci kitabında da yer alıyor. (Bkz.: Osman Fikret Topallı, Müdafaa-i Hukuk ve İstiklal Harbi Tarihlerinde Giresun/Milli Mücadele Günlerinden İzler, Notlar, İntibalar, Yayına Hazırlayanlar: Veysel Usta ve Mustafa Çulfaz, Trabzon Nisan 2017, s. 28)
(Cemil Koçak’ın da; “Ruşen Topallı’nın verdiği bilgiye göre; dedesinin Topal Osman ile ilgili bir kitap çalışması Veysel Usta ile Mustafa Çulfaz tarafından yayınlanacaktır.” (Giresun Günlükleri, s. 38) cümlesinden destek istediği Veysel Usta ve Mustafa Çulfaz’ın çalışmalarından bilgisi olduğu anlaşılıyor.)

Günlükler Neşrediliyor

Nihayet günlüklerin kitaplaştığını Temmuz 2017’de basından öğrendim. O sıra Vakfıkebir’de bulunduğumdan günlükleri, Trabzon’un önemli kitapçılarından Beşikçi Kitapevi vasıtasıyla temin ettim ve okumaya başladım.

2 cilt halinde basılan eserin künyesi şöyle: 
Osman Fikret Topallı, Giresun Günlükleri, Yayına Hazırlayan: Cemil Koçak, Transkripsiyon: Banu İşlet Sönmez, Editör: Yücel Demirel, 2 Cilt  (1488 sayfa), ALFA Yayınları, İstanbul 2017.
Büyük boy kitabın kapağı ve sayfa tasarımı gayet güzel, özen gösterildiği belli. Özellikle sayfa tasarımında, sayfa numarasıyla birlikte yılların da belirtilmesi okuyucu için önemli kolaylık sağlıyor.
Eserin künyesinden; günlüklerin Banu İşlet tarafından yeni yazıya aktarıldığı, Cemil Koçak’ın yeni yazıya aktarılan metinleri yayına hazırladığı, aslen Giresunlu olan ve eski metinleri yeni yazıya aktarmadaki uzmanlığı ile tanınan Yücel Demirel’in de kitabın editörlüğünü yaptığı anlaşılıyor.
Eseri okudukça, günlüklere kavuşmaktan doğan sevincim yanında üzüntüm ve hüznüm de arttı. Üzüntümün sebebi, ciddi bir ekip tarafından yayına hazırlandığı belirtilen merhum Osman Fikret Bey’in birçok yönden yüksek kıymete haiz günlüklerinin, yapılan müdahalelerle âdeta malûl hale getirilmesiydi.
Malûm olduğu üzere, eskiden bazı metinler çalakalem yazılır, birçok müdahaleden sonra ‘beyaz’a çekilerek son şekillerini alırlardı.  Kalemin yerini daktilo alınca çalakalem, çaladaktilo oldu. Özellikle gazetecilik mekteplerinde, meslekleri gereği, olayları süratle haberleştirebilmeleri için öğrencilere on parmak daktilo öğretilirdi. Bir muhabir bir olayı çaladaktilo haber yapar. Ancak bu metin muhabirin yazdığı şekilde kalmaz, haber bültenlerine, gazete sayfalarına girebilmesi için bir takım kademelerden geçer, tashih edilir, varsa eksiklikleri tamamlanırdı. Günümüzde daktilo yerine  bilgisayar kullanılıyor. On parmak daktilo bilenlerin daha hızlı kullandığı, yazı âlemine büyük kolaylıklar sağlayan bu aletin, elimizdeki kitaba olduğu gibi, bazı yayınlara menfi tesir ettiğini de zaman zaman müşahede ediyoruz.
Giresun Günlükleri okundukça, eseri yayına hazırlayan Prof. Dr. Cemil Koçak Beyefendinin klavyeyi çok seri kullandığı anlaşılıyor. Bu meziyetini yüksek özgüven ve kendinden emin tavırlarıyla birleştirerek kitaba yaptığı katkılar bu değerli eseri maalesef malûl hale getirdi. Üslup bozuklukları yanında fahiş hatalar ve yanlışlarla dolu katkılar, gereksiz müdahaleler, millî tarihimize yaptığı bu değerli hizmeti maalesef gölgeledi. Dikkatli okuyunca insanda, bilgisayarın seri kullanılarak hızlı bir şekilde yazıldığı anlaşılan katkı metinlerinin, baskı öncesi, editör Yücel Demirel dâhil, bir başkası tarafından okunmadığı kanaati hâsıl oluyor.
Osman Fikret Topallı’nın yakın tarihimiz için fevkalâde öneme haiz günlüklerinde tesbit edebildiğim üslup bozuklukları, hatalı ve yanlış bilgiler ile kitap ciddiyetine yakıştıramadığım uygulamalardan bir kısmını, yeni baskıda dikkate alınır ümidiyle paylaşıyorum.  
Sunuş 
Kitabın jenerik sayfasının hemen ardında 41 sayfa ‘SUNUŞ’ bölümü yer alıyor. Cemil Koçak ‘Sunuş’a; “Öncelikle Osman Fikret Topallı’nın kim olduğunu açıklayacak ve yaşam öyküsünü aktarmaya çalışacağım” cümlesiyle başlıyor.

Soyadı Kanunu öncesi vefat edenlere soyadı verme gayreti

Soyadı Kanununun çıkışından önce vefat eden tarihi şahsiyetlerimize soyadı verme işgüzarlığına[1] Cemil Koçak da uyuyor ve Osman Fikret Topallı’nın 1911’de vefat eden babasını Hasan Topal (nedense Topallı değil) diye anıyor. (s. 5-6)

TUHAF İFADELER TUHAF YORUMLAR

Cemil Koçak, ‘Osman Fikret Topallı Kimdir’ başlığı altında Osman Fikret Bey’den ve ailesinden bir buçuk sayfa bahsettikten sonra şöyle diyor:
Şimdi onun yaşam öyküsüne geçelim artık…” (s.6)
Peki, bu okuduğumuz bir buçuk sayfa acaba neydi?
Veysel Usta’nın vermiş olduğu bilgiler temelinde; bu tarihte idâdiyi muhtemelen bitiremeden ayrılması tuhaftır” (s. 8)
Bizzat Topallı babası hakkında şunları yazmıştır çünkü:” (s.9)
Koçak, Topallı’nın tahsilini yarım bırakmasına sebep Balkan Harbi olabileceği tahminini yapar ve devam eder:
Fakat günlüğünde bulunan bilgiler temelinde, bir ihtimal daha vardır sanıyorum; o da babasının 7 Eylül 1911 tarihindeki ölümü üzerine, memleketine geri dönmek zorunda kalması ihtimalidir. Bu konuda kesin bir şey söylemek henüz mümkün değildir. Fakat bu ihtimal daha güçlü görülüyor. Yine de elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır.” (s.8-9)
Kesin bilgi olsa ‘tahmin’e, ‘ihtimal’e acaba gerek kalır mıydı?
Burada onun basın hayatından da söz edilmesi gerekir:” (s.17)
Topallı’nın yaşam öyküsüne devâm etmeden önce, sırası gelmişken, onun âilesinden de söz etmenin zamânıdır artık…” (s. 26)

Gereğinden fazla ‘da’ ‘de’

Topallı, gerçekten de bulunduğu yörenin rakamları ile yakından ilgilenen bir kişiydi ve bu rakamları, kişisel çabaları ile toplamış da olabilir. Muhtemelen bu genç yaşında da bu türden bilgilere meraklıydı ve bulduğu bilgileri belki de yine defterine kaydediyordu.” (s. 12)
Topallı, aynı zamanda da, 22 Mart 1919 târihinden yayın hayâtına geri dönen Karadeniz gazetesinin de hem sorumlu müdürü, hem de muhabiri olarak görev alacaktır.” (s.17)
Belki de artık tuhaf gelmeyecek olan nokta; Erzurum Kongresi sonrasında Giresun’a geri dönen Duyduk’a, kendisine suikast yapılacağını haber veren kişinin de bizzat Topallı olmasıdır ki, tek başına bu bile, aralarındaki ilişkinin niteliğini de açıklığa kavuşturmaktadır.” (s.20)
Yurtdışında önce Viyana’da gitmişse de, kısa bir süre sonra o sırada Fransız toprağı olan Hatay’a yerleşmiştir.” (s. 19)

Birbiri ardınca iki garip cümle…

Yine gazetecilikten ayrılmasından sonra pek az yazı yazmasına rağmen; onun Topal Osman’ın affa uğraması üzerine yazdığı bir yazı dikkat çekicidir. Usta’nın belirttiğine göre; kişisel notları arasında, bunun üzerine Topal Osman’ın yakın arkadaşlarıyla birlikte çektirdiği bir fotoğrafını imzâlayarak, kendisine sunduğunu görüyoruz.” (s.17)
Yazar, Topallı’nın ‘dikkat çekici’ yazısının mehazını belirtmiyor. Veysel Usta’nın yayına hazırladığı eser dipnotta mehaz gösterilmişse de sayfa numarası yok. (Bkz.:  s. 17, 19 numaralı dipnot) Acaba Osman Ağa; ‘Aferin, demek ki benim için övücü bir yazı yazmışsın. Al benden de sana imzalı bir fotoğraf’ mı demiştir? Koçak, ‘Usta’nın belirttiğine göregörmüş olabilir. Ancak okuyucu olarak biz göremedik!..

RÜŞDİYE DİPLOMASI ve ÖZENSİZLİK

Topallı’nın hayat hikâyesi anlatılırken belge olarak rüşdiye diplomasına özensiz bir şekilde yer verildi. (s.7) Özen gösterilerek;
1 - Belge üzerindeki sonradan yazılan ‘Osman Fikret Topallı Ortaokul Diploması’ ibaresi kaldırılmalıydı.
2 – Diplomanın yeni yazıya aktarımı ana metinle karışmış. Farklı karakter ve punto ile veya çerçeve içinde olmalıydı. (s. 8)
Tashih Hataları
Kitapta;“…CHP Bulancak il başkanı olmuştur.” (s. 19) gibi çok sayıda tashih hatası bulunması hazırlık safhasındaki özensizliğin bir başka belirtisi…

 İNTERNETTE RAST GELDİĞİM ESKİ BİR FOTOĞRAF

Koçak’ın kaleminden Topallı’nın hayat hikâyesini okurken birden karşımıza bir fotoğraf çıkıyor.  İnternette rast geldiğim eski bir fotoğraf’ cümlesiyle başlayan ve fotoğrafta yer alan kişilerin adlarıyla devam eden fotoğraf alt yazısını okuyoruz. Bu fotoğraf üzerinden kitapta tam 6 sayfa dipnot yer alıyor. Gözümüz, bu alışılmadık uzunluktaki dipnotlara kaynaklık eden fotoğrafın hangi internet sitesinden alındığını arıyor. Heyhat!.. Bir bilim adamı olan yazar, çok kıymet verdiği, üzerine yorumlar yaptığı bir fotoğrafın yer aldığı internet sitesinin adresini, siteye erişim tarihini vermeyi herhalde gereksiz görüyor!..
Anlamamız istenen galiba şu: Yazar internette dolaşırken tesadüfen bir eski fotoğrafa rast geldi. Fotoğraftaki şahıslarla arasında koyu bir sohbet oldu. Ve yazar, çala-klavye bu yoğun sohbetten sayfalarca metin üreterek okuyucularıyla paylaşma lütfunda bulundu!..
‘Üzümü ye, bağını sorma!..’ 

FAHİŞ YANLIŞLARDAN

Cemil Koçak’ın internette dolaşırken rastgeldiği fotoğrafın altına düştüğü, sayfalarca devam eden dipnot ise fahiş hatalarla, yanlışlarla dolu. Bu hatalara birkaç örnek:

1 - Barutçuzâde Hacı Ahmet Efendi, Faik Ahmet Barutçu mu?

Cemil Koçak, Mahmut Goloğlu’un Erzurum Kongresi adlı eserinin ekinde yer alan, Dr. Ali Naci Bey’in kendi kaleminden hayat hikâyesini buradan alarak, köşeli parantez içinde açıklamalar ilâve ederek kitaba dercetmiş. Fahiş yanlışlarla malûl bu köşeli parantez içi açıklamalardan biri şöyle:
 Ali Naci Duyduk; “Trabzon’da Cemiyet Başkanı Barutçuzâde Ahmet Efendi [Faik Ahmet Barutçu], bizi yanına alıp Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey’in evine götürdü.” (s. 22) diyor. İfadede geçen Ahmet Efendi’yi yazar vuzuha kavuşturmak gereği duyuyor ve [Faik Ahmet Barutçu] diyor. Yani ona göre; Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Barutçuzâde Ahmet Efendi, kendisinin uzmanı olduğu Tek Parti Döneminde, Hasan Saka hükümetlerinde Başbakan Yardımcılıkları yapan, 50’li yılların CHP Grup Başkan Vekili, TBMM’nin meşhur hatibi Faik Ahmet Barutçu’dur!..
Oysa Faik Ahmet Barutçu, bu zatın, yani Barutçuzâde Hacı Ahmet Efendi’nin kendisi değil, oğludur.

2 – Mustafa Kaptan Nasıl İsmail Hakkı Tekçe Olur?

Dr. Ali Naci Duyduk anlatıyor:
Osman Ağa Giresun’da bir hükümet gibi idi. (…)Her an beni vurdurmak ihtimali vardı. Birkaç kere Osman Ağa’nın çetesinde bulunan akrabamdan Kaptanın haber vermesi ile ölümden kurtuldum. (Bu Kaptan [İsmail Hakkı Tekçe] sonra Ankara’da milis yüzbaşı rütbesiyle Meclis Muhafız Kumandanı olmuştu.)” (s. 23)
Dr. Ali Naci Bey, Osman Ağa’nın kendisine yönelik niyetini haber veren akrabası Kaptan’ın milis yüzbaşı rütbesiyle Meclis Muhafız Kumandanı olduğunu da açıklıyor. Buna rağmen tarihçi Prof. Dr. Cemil Koçak, akla ziyan bir şekilde, Kaptan’ın İsmail Hakkı Tekçe olduğu açıklamasında bulunuyor. Ve devam ediyor: “Tekçe, Topallı’nın akrabası değildi, ama tanım uymaktadır.” (s. 23)
Neuz-u billâh!.. Hata üstüne hata!..
Bu ne şaşkınlık? Bir defa aktarılan sözler Ali Naci Bey’in sözleri, Topallı’nın değil. Akrabam diyen Ali Naci Duyduk, Osman Fikret Topallı değil…  Buna rağmen; “Tekçe, Topallı’nın akrabası değildi, ama tanım uymaktadır” nasıl denir?
Bir defa böyle bir eseri yayına hazırlayan kişinin döneme vakıf olması gerekmez mi? Yazar, bu fahiş yanlışlarıyla döneme ait asgari bilgiden mahrum olduğunu göstermektedir. Bir tarih profesörünün, iddialı kitaplara imza atan bir yazarın, Mustafa Kaptan’dan bî-haber olması, bir çete mensubuyla bir muvazzaf subayı karıştırması üzüntü vericidir.
Cemil Koçak, Veysel Usta’nın yayına hazırladığı Osman Fikret Topallı’nın Müdafaa-i Hukuk ve İstiklâl Harbi Tarihinde Giresun kitabını sürekli mehaz göstermektedir. Buna rağmen bu kitabı okumadığı acı bir şekilde anlaşılıyor. Şayet okusaydı; Dr. Ali Naci Bey’in akrabam dediği ‘Kaptan’ın Osman Ağa’nın çetesinde önemli bir mevkii olan Mustafa Kaptan olduğunu, Mustafa Kaptan’ın Giresun’un Hacıhüseyin Mahallesinden Gümüşreisoğlu Hacı Salih’in oğlu olduğunu öğrenir ve onu, hiç alâkasız bir kişiyle, İstanbul doğumlu İsmail Hakkı Tekçe ile karıştırarak bu fahiş hatayı yapmazdı. (Bkz.: Osman Fikret Topallı, Müdafaa-i Hukuk ve İstiklâl Harbi Tarihinde Giresun, Trabzon 2011, s.73)

3 – Yeni Yol Gazetesi Giresun’da 43 yıl mı Yoksa 1 yıl mı Yayınlandı?

Yazar Yeniyol Gazetesi için; “Gazete, Giresun’da kırk üç yıl aralıksız olarak yayınını sürdürebilmiştir” diyor. (s. 24)
Yeniyol Gazetesinin Bekir Sükûtî (Kulaksızoğlu) tarafından Mayıs 1923’te Giresun’da kurulduğu, 100 sayı burada neşredildikten sonra 16 Eylül 1924 tarihinden itibaren Trabzon’da yayın hayatına devam ettiği ve 1966 yılında da kapandığı bilinir. Bu bilgiler yazarın mehaz gösterdiği kaynaklarda da mevcuttur. Bu kaynakları mehaz göstermesine rağmen, yazarın sapla samanı nasıl birbirine karıştırabildiği, bu fahiş hataları nasıl yapabildiği merak konusudur.

4 – ‘Yeşil Giresun’ Gazetesi değil ‘Yeni Giresun’ Gazetesi

Cemil Koçak, elinin altında muteber kaynaklar bulunmasına, bu kaynakları mehaz göstermesine rağmen; Trabzonlu Avukat Cemil Ragıp Bey’in Giresun’da neşrettiği Yeni Giresun gazetenin adını, Yeşil Giresun olarak veriyor. (s. 24) Bilindiği üzere Yeni Giresun Gazetesi 29 Kasım 1920 tarihinde yayın hayatına başlamış, sahibi ve mesul müdürü Cemil Ragıp olan gazetenin başmuharriri ise Trabzonlu Kulaksızzâde Bekir Sükûtî idi. Aynı zamanda Avukat Cemil Ragıp Bey’in hanımı, İzmir’in tanınmış ailelerinden Evliyazâde İzzet Bey’in kızı Hayrünnisa Zeren Hanım da Işık’ın yazı işlerini yürütmekteydi.
Milli Mücadele sonrası Cemil Ragıp Bey avukatlıktan hâkimlik mesleğine geçmiş, Temyiz Mahkemesi azalığı/Yargıtay üyeliği görevinde bulunmuştur. Mahmut Goloğlu’nun da belirttiği gibi, Muğla eski milletvekili ve eski bakanlardan meslektaşı Nuri Özsan’ın kayınpederidir. Cemil Ragıp Bey’in ilk eşi Perihan’dan olan kızı Fatma Türkân, Nuri Özsan’ın hanımı idi.
Koçak; “Bu arada Yeşil Giresun (Yeni Giresun olacak) gazetesinde avukat arkadaşı Cemil Ragıb’ın Cemil Ayata olup olmadığını saptayamadım” ( s.24) diyor. Bu hususta minik bir katkı: Cemil Ragıp Bey Cumhuriyet döneminde Mustafa Cemil Ayata olarak tanındı ve ömrünün son yıllarını, muhtemelen, hanımının memleketi İzmir’de geçirdi.
Cemil Koçak’ın internette dolaşırken rast geldiği (!) eski bir fotoğrafa yaptığı uzun yorumun mahiyetini ortaya koyan son iki cümlesi:
Burada belirtmeliyim ki; bu fotoğrafta adı geçenlerin büyük bir kısmı, gençliklerinde olsun, daha sonraki yıllarda olsun, sürekli olarak edebiyat, şiir ve öyküyle ilgilenmişlerdir. Bâzılarının şiir ve yazıları, daha sonraları kitap olarak da basılmış, bâzılarınınkinin ise, maalesef pek az kısmı yayınlanabilmiştir. Şiir ve yazılarını hiç yayınlama fırsatı bulamayanlar da olmuştur.” (s. 24)

Koçak'ın 'Günlükler'le Çelişen Bir Tesbiti 

Cemil Koçak, neden gerek duyduysa, Osman Fikret Bey'in kızı Muvaffak'ın isminin 'Günlükler'de bir kez geçtiğini şu kesin ve net ifadeyle belirtir: 
Topallı’nın günlüklerinde evlâdı Muvaffak Topallı’nın adı sâdece bir kez, o da 1943 yılına âid günlük notunda Muvaffak Ilgar olarak geçmektedir.” (s. 27)
Koçak’ın, neye dayandığı anlaşılamayan, bu kesin ifadesi hayret vericidir ve günlüklerle tamı tamına çelişmektedir. Kitaba bakıldığında sadece 1943 yılında değil, hemen her yılda, 200’e yakın sayfada, bir sayfada birden fazla, bu evlâdının adını görmek mümkündür. (1. Ciltte 62 sayfada, 2. Ciltte 137 sayfada ’Muvaffak’ ismi geçmektedir. Bkz.: 1. Cilt, s. 731, 2. Cilt: s,1485, 1486)   

Sunuş’un Hemen Ardından Gelen Bölüm:
GİRESUN DEVLET SALNÂMESİ 1926

Ne alâka?’ denecek bir bölüm Sunuş’un hemen ardından kitaba yerleştirilmiş, “GİRESUN DEVLET SALNÂMESİ 1926”. (s. 47)
Günlükler ile alâka kurmakta zorluk yaşanan bu metnin hangi kitaptan alındığı belirtilmiyor. Metni yeni yazıya çeviren Fatih Yücel’e ise dipnotta teşekkür ediliyor. Eski yazı olduğu anlaşılan kaynağın adı maalesef ‘Kaynakça’da da geçmiyor. (Bkz.: s. 1469-1473)
Salnâme, günümüzde yıllık adı verilen bir periyodik yayın türü. Batıda ‘almanak’ denen Salnâme geleneği bizde 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış. Devlet, vilâyet, maarif gibi değişik kurum ve kuruluşlar salnâmeler neşretmişler. Osmanlıdan Cumhuriyete geçtiğimizde ise kamu ve özel kuruluşların zaman zaman bu adla neşriyatları oldu. Kamuda ‘Devlet Salnâmesi’ geleneğini Matbuat Umum Müdürlüğü üst üste 3 defa neşrettiği ‘Devlet Salnâmesi’ ile sürdürmeye çalıştı. Daha sonra adı Basın-Yayın Genel Müdürlüğü olan bu kurumun ara sıra devlet yıllıkları da neşrettiği bilinir.
Henüz ‘devlet’ değil, çiçeği burnunda vilâyet olan Giresun’un 1926 yılında ‘Devlet Salnâmesi’ olamayacağına göre, kaynağı gösterilmeyen bu metnin Matbuat Umum Müdürlüğünün neşriyatı salnamelerden birinin ‘Giresun’ bölümü olduğu anlaşılıyor. Bu salnâmelere bakıldığında söz konusu metnin; Matbuat Müdüriyeti Umumiyesinin 1927 yılında neşrettiği “TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLET SALNÂMESİ” adlı eserin 1077-1085 sayfaları arasında yer alan ‘GİRESUN’ bölümü olduğu görülecektir.


Metnin alındığı Devlet Salnamesinde Giresun bölümü

O zaman, kitap ciddiyeti gereği, başlık “GİRESUN DEVLET SALNÂMESİ 1926” değil, “DEVLET SALNÂMESİ 1926’DA GİRESUN” olmalıydı. Kaynak da net bir şekilde belirtilmeliydi.
Bu metnin kitabın girişine konulmasının amacı; Giresun hakkında okuyucuya umumî bir malûmat vermek idiyse, bu maksat MEB Türk Ansiklopedisi veya MEB İslam Ansiklopedisi’nin Giresun maddesinin kitaba aynen konmasıyla gerçekleştirilemez miydi? Zannımca, DİB İslam Ansiklopedisi’nin Giresun maddesi daha da uygun olurdu.
Bu bölümün içinde “Giresun’un İdârî Yapısı” alt başlığı da yer alıyor. ( s. 52) Burada 1934, 1945, 1957, 1960 gibi tarihleriyle karşılaşıyoruz. Belli ki bu alt başlık sonradan ilâve edilmiş. Buna rağmen baştan savma, eksik ve yetersiz. Çünkü bu alt başlık altında yer alması gereken Alucra ve Şebinkarahisar ilçelerinin adları dahi geçmiyor. 

Ve Bir Harita: “Giresun’un İdârî Yapı Haritası




Bölümün sonunda, kitabın 53. sayfasını süsleyen ‘Trabzon Vilâyeti Haritası’na bakıyor ve alt yazısını üzülerek okuyoruz: “Giresun’un İdârî Yapı Haritası”…
Osmanlı dönemi Trabzon Vilâyeti Haritasını böyle bir esere koymayı, altına da bu ibareyi yazmayı kitap ciddiyetiyle bağdaştırmak, bu ibareyi yazanın eski yazı bildiğine inanmak maalesef mümkün değil.
Buraya bir Giresun haritası koymak acaba çok mu zordu? Meselâ bu harita konamaz mıydı?



Gereksiz, Alâkasız Belgeler

Kitapta çok sayıda konuyla alâkasız belgeye yer verilmiş. Bunlara örnek olarak kitabın 1221. sayfasında yer alan belge verilebilir. Nafia Vekâleti Hususi Kalem Müdürlüğü mahreçli, Torul, Kürtün, Harşit yolu yapımı tahsisatı ile alâkalı 10 satırlık bu belgenin Cumhuriyet Arşivi’nden alındığı anlaşılıyor. Ancak, alt yazı da olmadığı için konuyla, kitapla alâkası anlaşılamıyor.
Çok sayıda ilgisiz belgeye bir başka örnek; 1956 yılına ait bölümde yer verilen, kitapta ismi dahi geçmeyen bir şahsın 1962 tarihini taşıyan ODTÜ Seçme İmtihanı kartı. (Bkz.: cilt 2. S. 1192)

Yanlış Sadeleştirmelerden

Cemil Koçak Sunuş’ta; “Metnin kolay anlaşılması için hayli eski Osmanlıca kelimelerin yanına [ ] içinde yeni sözcükleri yerleştirdim” (s. 43) diyor. Yapılan hataları görünce insan, ‘keşke olduğu gibi kalsaydı’ diyor.
Şöyle ki;
Osman Fikret Topallı; “…kavanin ve nizâmâtta muayyen mevad…” diyor. (s. 76) Cemil Koçak yeni sözcükler yerleştirerek ibareyi şöylece anlaşılır (!) kılıyor:
“….kavânin [kânun] ve nizâmâtta [yasa hükümlerinde]…
Kavânin Koçak’ın belirttiği gibi ‘kânun’ değil, onun çoğulu ‘kanunlar’dır. Nizâmât da ‘yasa hükümlerinde’ değil, ‘yönetmeliklerde’dir. 

[ ] İçinde Yapılan Diğer Yanlışlardan

“[Şarki]karahisar’a gittiği zaman, oranın kıymetli gençlerinden Mehmet Emin [Yurdakul] Beye bir gece misafir olmuş.” (s. 144)
Topallı’nın bahsettiği Mehmet Emin’nin Şebinkarahisarlı bir genç olduğu açıktır. Cemil Koçak’ın [Yurdakul] ilâvesi ise isabetsiz ve yanlıştır.
“…doktor Nâci [Cimşit]…” (s.908) Doktor Naci, meşhur Dr. Ali Naci Duyduk’tur. Dikkatsizce, otomatik yapılan soyadlamada kendisine ‘Cimşit’ soyadı verildiği anlaşılıyor. O günün Giresun’unda bu soyadı taşıyan kişilerin başında gazeteci Nuri Ahmet olduğu, kitabın ilk sayfalarına bakıldığında, Cemil Koçak tarafından da bilindiği anlaşılır.
Topallı; 12 Eylül 1951 tarihinde günlüğüne; “Bulancak’tan gelen kızım ve torunum..” diye başlayan bir not düşüyor. Cemil Koçak, ‘kızım’ kelimesini açıklamak gereği duyuyor ve hemen yanına köşeli parantez içinde, ‘Besima’yı ekliyor. Osman Fikret Bey’in bu adda bir kızı olmadığı malûm… Bulancak’ta olan kızının adının ise ‘Besima’ değil, ‘Seciye’ olduğu kitabın önceki sayfalarından biliniyor. (s. 996)   

[ ] İçinde Yer Alan Gereksiz İfadelerden

Kitapta çok sayıda yer alan bu tür ifadelere iki örnek;
[Üvey erkek kardeşim] Saadettin (s. 77) Kitapta Saadettin adı her geçtiğinde başına bu ifadenin eklenmesi garip. Ad zaten cinsiyetini belli ediyor.
İsmet Paşa adı her geçtiğinde de [Başbakan ve CHP Değişmez Genel Başkan Vekili] ibaresinin konması ve [İnönü] ilâvesi hoş değil. (s. 210, 231, 232 vd)
Hâkimiyet-i Milliye ilânı ve Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi
Osman Fikret Bey 1 Teşrinisâni 1926 tarihinde günlüğüne, “Hâkimiyet-i Milliye’nin ilânı devr-i senevîsidir” notunu düşer. (s. 147) Cemil Koçak ise bunu anında gazete sanır. Aynı adı taşıyan gazetenin 10 Ocak 1920 tarihinde yayına başladığını dipnot olarak düşer. Bununla da yetinmeyerek Hâkimiyet-i Milliye gazetesinden Giresun heyetiyle alâkalı bir haberin kupürüne de geniş bir şekilde yer verir. 
Oysa Topallı’nın, gazeteden değil, millî hâkimiyetin ilânından söz ettiği aşikârdır.
Sıratı Müstakim Ne Zaman Kapandı? Sebilürreşad Ne Zaman Çıktı?
Cemil Koçak, günlükte geçen her mefhuma bir görsel ekleme, uysa da uymasa da, bir dip not düşme gayretinde. Osman Fikret Bey, 5 Mart 1955 tarihinde günlüğüne; “Ben de evde Sıratı Müstakim koleksiyonunu okumakla biraz oyalandım ve yattım” notunu düşer. Koçak, o sayfaya Sıratı Müstakim’in ilk sayısının kapağını görsel olarak koyar ve şu dipnotu ekler:
Sıratı Müstakim, İkinci Meşrutiyet döneminde (1908) yayına başlayan ünlü İslamcı dergidir. 1925 yılında kapanan dergi; daha sonra Sebilürreşad adıyla 1948 yılında yeniden yayınlandı. Bkz. Cemil Koçak, Dönüşüm, (cilt: 4) İletişim Yayınları, İstanbul 2015, s. 300-312  (Bkz.: Cilt: 2, s. 1144)
Şimdi bu ifadeler ne kadar doğru bir bakalım:
Mecmuanın 1908’de yayına başladığı doğru. (İlk sayısı 14 Ağustos 1324/27 Ağustos 1908 de neşredildi) 1925’te kapandığı ise külliyen yanlış. Çünkü, Sıratımüstakim mecmuası 182 sayı çıktıktan sonra, Eşref Edib’in sahip ve mesul müdürlüğü altında, 8 Mart 1912 tarihinden itibaren Sebilürreşad adıyla yayın hayatına devam ettiği konuyla alâkalı bütün kaynaklarda geçer. Yani kapanış tarihi 1925 değil, 1912’dir. 1925’de kapanan Sıratımüstkim değil, Sebilürreşad’dır. Sıratımüstakim 1948’de Sebilürreşad olmadı. 1925’de kapanan Sebilürreşad, 1948’de Eşref Edip Fergan tarafından yeniden neşre başlamış ve 1962 yılına kadar da neşriyatını sürdürmüştü.
Bu fahiş yanlışların, hem de mehaz gösterilerek yapılması nasıl mazur görülebilir? Bu sorumsuzluk, ciddiyetsizlik değilse nedir?

Gemiden Alucra’yı Seyretmek

Osman Fikret Bey İstanbul’dan Giresun’a vapurla gelişini anlatırken; “Sabahleyin erken kalktım. Saat beş vardı. Salona çıktım. Bulancak’ı geçmiş… Ayvasıl Burnuna, (…) Yeşil yurdun sahillerini ve tepelerini seyrederek limana geldik” diyor. (s. 221) Topallı’ya göre Karadeniz, özellikle de Doğu Karadeniz ‘Yeşilyurd’dur. Ancak bunu anlamadığı anlaşılan Cemil Koçak, Yeşilyurt için hemen dipnotu döşüyor: “Giresun’un Alucra ilçesine bağlı bir köydür. Eski adı da Çakmanus’tur.”
Ve sayesinde sahilden onlarca kilometre içerideki köy vapurun salonundan seyredilir hale geliyor!...

Haccac-ı Zâlim Nasıl Hüccâc Zalim Oldu?

Osman Fikret Topallı, 10 Ağustos 1940 tarihli günlüğüne cebbar ve kan dökücü zalim diye anılan Emevî valilerinden meşhur Haccac-ı Zâlim’le alâkalı bir fıkra da ilâve etmiş. Fakat ‘Haccac’ ‘hüccac’ olarak okunmuş. Bu durum Editör Yücel Demirel’in de gözünden kaçmış olacak ki düzeltilmemiş. Ve Cemil Koçak’ın müdahalesine maruz kalarak anlaşılır (!) hale gelmiş!...
Hüccâc [hacı] zâlim, kâbeyi  tahzîb edib, dönüyormuş…” (s. 441)
Günümüzde demek ki, asıl adı Ebû Muhammed el-Haccâc b. Yûsuf b. el-Hakem es-Sekafî  olan Haccâc-ı Zâlim’in adını duymayan kişiler de varmış!..
Yanlışı düzeltmesi gereken kişinin ‘Hüccâc’ kelimesini “Hacı” diye Türkçeleştirmesi ise bir başka acı gerçeğimiz!.. Hüccâc’ın hacı’nın çoğulu olduğu, yani ‘hacı’ değil ‘hacılar’ olduğu malûmdur.

YANLIŞ OKUMALARA YANLIŞ YORUMLAR

İki örnek:

1 –‘ Nuri Özcan’ değil ‘Nuri Özsan’

Osman Fikret Bey günlüğüne 27 Ekim 1949 tarihinde düştüğü notta; birkaç dönem Muğla milletvekilliği ve bakanlık yapmış, Cemil Ragıp Bey’in damadı Nuri Özsan ile Samet Ağaoğlu’nun Giresun’a geldiğini, “Meğer limandaki Ege’de Demokratlardan Nuri Özsan ile Ağaoğlu Samet Beyler varmış” cümlesiyle belirtir. Ancak okuma hatası sonucu, ‘Nuri Özsan’ ‘Nuri Özcan’ olmuş. Buna rağmen dipnot ihmal edilmemiş. Ancak, Parlamento tarihlerinde, milletvekili albümlerinde böyle bir isme rastlanmadığından olsa gerek; sadece ‘Nûri Özcan, Demokrat Parti milletvekili idi’ cümlesiyle yetinilmiş. (s. 906)
Aynı yanlış okumayı aynı sayfadaki 27 Ekim 1949 tarihli notta da görüyoruz. 

2 – ‘İnsan Mecmuası’ değil ‘İnan Mecmuası’

Osman Fikret Bey günlüğüne 3 Haziran 1945 günü düştüğü notta; “Gece Trabzon’a –Halkevi Reisi Reşit Tarakçıoğlu’na- mektup yazdım. Ondan İnan Mecmuasının 19 Mayıs nüshasını istedim” diyor. İnan Mecmuası Trabzon Halkevi’nin neşrettiği mecmuadır. Mustafa Reşit Tarakçıoğlu da, notta da belirtildiği gibi, Halkevi’nin başkanıdır.
Yanlış okuma neticesi ‘İnan Mecmuası’, ‘İnsan Mecmuası’na dönüşmüş, akabinde Cemil Koçak’ın düştüğü; “İnsan dergisi, Hilmi Ziya Ülken tarafından 15 Nisan 1938 tarihinde yayınlanmaya başlamıştır” notu da tabii ki isabetsiz ve yanlış olmuştur. (s. 697)

DİPNOTTA DİPNOT REFERANSLARI: ŞAKA GİBİ

Cemil Koçak dipnotlarla okuyucuyu bir başka dipnota yönlendiriyor. Oraya bakınca da bir başka dipnot numarasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Çoğunlukla da istenilen bilgiye ulaşamıyorsunuz. Bu alışılmadık usul bir nevi sinir bozucu şaka gibi…
Sadece İki Örnek
Mayıs yedisi’ne düşülen dipnotta, “Günlüğün 1944 yılının 49. dipnotuna bakılmalıdır” diyor. (s.696) Bakıyoruz. Orada da; “Günlüğün 1943 yılının 83. dipnotuna bakılmalıdır” deniyor. (s.655) Orada da; “Günlüğün 1942 yılının 129. dipnotuna bakılmalıdır” (s. 613) ifadesini görüyoruz. İlh.. 
Koçak, Necip Fazıl’ın oyunu için düştüğü dipnotta, “39. dipnota bakılmalıdır” diyor. (s. 1002) Bakıyorum. Orada da “Günlüğün 1950 yılının 180. dipnotuna bakılmalıdır” ifadesini okuyorum. (s. 978) Oraya da bakıyorum, “173. Dipnota bakılmalıdır” yazıyor. (s. 961) 173’e bakıyorum, 170’e bak diyor. Bakıyorum, 167 diyor. Ona bakıyorum “bir önceki”, ona bakıyorum 155’e bakmam isteniyor.(s. 960)
Aklıma mukayyet olabilmek için devam edemiyorum. Bu deli saçması, okuyucuyla alay eden, sinirlerini bozan, kitap ciddiyetiyle bağdaşmayan, ancak arızalı bir ruh halinin yansıması olabilecek uygulamayı şiddetle kınamak gerektiğini düşünüyorum.

Cemil Koçak, Günlüklerde Geçen Bazı İsimleri, Kitapları Saptayamıyor

Tabii ki bazı isimler, bazı olaylar hakkında bilgi bulunamayabilir. Ancak, ihtisası yakın tarih olan bir profesörün, yakın tarihin en önemli, en hassas olaylarından olan Ali Şükrü Bey-Osman Ağa hadisesi hakkında yazılmış olan bir kitabı saptaması gerekirdi diye düşünüyorum. Ki bu kitap; yakın tarihimizdeki olayları bire bir yaşamış, TBMM’nin ilk matbaa müdürü Feridun Kandemir’in kitabı olmasına, kapağında Ali Şükrü Bey’in resminin de yer almasına rağmen yakın tarihçi Koçak’ın; “Bu kitabın Feridun Kandemir’in hangi kitabı olduğunu saptayamadım” (s.1156) ifadesi biraz tuhaf kaçıyor. 

KAYNAKÇA VE DİZİN

Kaynakça

Kitabın 2. Cildinin sonunda ‘Kaynakça’ bölümüne yer verilmiş. Tetkik edildiğinde bilinenin, olması gerekenin dışında bir kaynakça olduğu anlaşılıyor.
Şöyle ki;
1 – Kitapta kullanılan, istifade edilen kaynakların künyeleriyle birlikte KAYNAKÇA’da yer aldıkları bilinir. Ancak yazar, bu bilinen usule riayet etmemiş, dipnotlarda mehaz gösterdiği kaynaklara KAYNAKÇA’da yer vermemiştir. Birkaç örnek:
a – Mahmut Goloğlu’nun Erzurum Kongresi adlı eserinden alıntılar yapılmasına rağmen, Fuat Süreyya Oral’ın Türk Basın Tarihi mehaz gösterilmesine rağmen Kaynakça’da yoktur.
b – Türk Parlamento Tarihlerinin değişik ciltlerinden sık sık mehaz gösterilerek alıntı yapılmasına rağmen hiçbirine Kaynakça’da yer verilmemiştir. Mehaz gösterilmesine rağmen TBMM’nin bir diğer yayını Düsturlar da yoktur.
c – İsmail Akbal’ın Trabzon’da Muhalefet eseri aynı şekilde mehaz gösterilmiş (s. 20) ancak Kaynakça’ya girmemiş. Füsun Üstel’in Türk Milliyetçiliği ve Türk Ocakları kitabı da (s. 158) mehaz gösterilmiş. Kaynakça’da yok.
d -  Bir bilim adamı olan Cemil Koçak’ın, internetten bir çok bilgiyi almasına rağmen kaynak göstermemesi anlaşılır değildir. Kendisi; “İnternet sağolsun… Pek çok küçük ayrıntı için internette bulabildiğim; ama aynı zamanda sınayarak, emin olabildiğim bilgileri aktardım” (s. 43), “… kullandığım fotoğrafların büyük kısmını internetten edindim” (s.45),  demesine rağmen bu sitelerin hiçbirinin adresini maalesef vermemektedir. Onları galiba mîri malı saymış, ne dipnotu olarak vermiş, ne de Kaynakça’ya koymuştur.
e – Dipnotlarda, gerekli gereksiz, kendi kitap ve makalelerine atıfta bulunmasına rağmen, Cemil Koçak’a aid tek bir esere Kaynakça’da rastlanmaması da kitabın anlaşılmazlarından bir başkasıdır.

Dizin için okuyucuya not

Her cildin sonuna ayrı ayrı ‘dizin’ eklenmiş. İlk ciltte çoğu kitapta rastlanan küçük hatalarla oluşan ‘dizin’ ikinci ciltte değişmiş. Dizindeki sayfa numarasında o kelimeyi bulmak, ön ve arka sayfalarına bakmanıza rağmen mümkün olmuyor. Dizinin güncellenmediğinden kaynaklandığı anlaşılan bu hal okuyucuyu zor durumda bırakıyor. Çaresi ise sayfa numarasına 12 rakamı eklemek.
Yani; kitapta en çok ismi geçen Osman Ağa’yı mı arayacaksınız? Dizine bakıyorsunuz, Topal Osman Ağa karşısında 736, 742, 744, 762, 787 ilh rakamlarını görüyorsunuz. Ancak bu sayfalarda Osman Ağa’nın adına rastlayamazsınız. Bulabilmek için bu rakamlara 12 ekleyerek; 748, 754, 756, 774, 799 ilh sayfalara bakmanız lâzım.  

NETİCE

Tarihimizin mümtaz şahsiyetlerinden Osman Fikret Topallı’nın ailesi elinde bulunmayan günlüklerinin bir müzayededen satın alınarak kitaplaştırılması takdire şayan bir olay. Başta Prof. Dr. Cemil Koçak olmak üzere emeği geçenlere tarihimiz adına minnet ve şükran sunuyorum. Ancak keşke diyorum. Keşke, Cemil Koçak hazırlık safhasında Veysel Usta gibi, Ayhan Yüksel gibi dönemi ve bölgeyi bilen kişilerden yardım alsaydı. Keşke, yazdıklarını tekrar okusa, başkalarına da okutsaydı. Keşke, böylesi önemli bir eseri çalaklavye malûl hale getirmeseydi. İnşallah eserin yeni baskılarında bu malûliyet giderilir, benzeri çalışmalarda kitabın gerektirdiği ciddiyete azamî riayet edilir.
Bu vesileyle günlükleriyle, geride bıraktığı hatıraları ve notlarıyla yakın tarihimize ışık tutan Osman Fikret Topallı’ya Cenab-ı Hakk’tan rahmet niyaz ediyorum. Onun günlükleri, hatıra ve notlarıyla bizleri buluşturan, tanınmasına vesile olan Cemil Koçak, Veysel Usta, Mustafa Çulfaz’a, emeği geçen şahıs ve yayınevlerine de teşekkür ediyorum.








[1] Bu hususta en bariz misal; Cihan Harbinde ve Milli Mücadele’de kumandanlık yapmış, 2. Meclis’te mebusluk yapan Rüştü Paşa ve Halit Paşa’dır. Ardahan Milletvekili Halit Paşa (nâm-ı diğer Deli Halit) Meclis’in içinde Afyon Mebusu Kel Ali veya Rize Mebusu Rauf’un kurşunuyla 1925’te şehit edilir. Erzurum Mebusu Rüştü Paşa ise 1926 yılında İzmir Suikastı bahanesiyle salben şehit edilir. Bu iki kahraman asker de bekârdı ve dünyadan bilâ veled ayrılmışlardı. Yıllar sonra onlara soyadları verildi: Halit Karsıalan, Rüştü Soydan.  Bundan sonra bütün yayınlarda bu soyadlarıyla yer almaya, anılmaya başladılar. ATASE ise, Rüştü Paşa’ya verilen bu soyadı da değiştirmek gereği duydu ve kendisine ERDELHUN soyadını uygun buldu. (Bkz.: Birinci Dünya Savaşı’na Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, ATASE Yayını, Cilt: 1, Ankara 2009, s. 359) Gerçi Rüştü Erdelhun adı askeri camiaya yabancı değildi. O da bir paşa idi ve 27 Mayıs ihtilâlinde Genel Kurmay Başkanıydı. Yüce Divan’da o da idama mahkûm edilmiş, ancak infaz edilmemişti.