11 Haziran 2020 Perşembe
14 Mayıs 2018 Pazartesi
OSMAN FİKRET TOPALLI VE ÇALA KLAVYE MALÛL DÜŞÜRÜLEN ESERİ: GİRESUN GÜNLÜKLERİ
OSMAN
FİKRET TOPALLI VE ÇALA KLAVYE MALÛL
DÜŞÜRÜLEN ESERİ: GİRESUN
GÜNLÜKLERİ
İsmail Hacıfettahoğlu
Osman Fikret Topallı Kimdir?
Giresun’un
yetiştirdiği Osman Fikret Topallı (1891-1963) yakın tarihimizin meçhul kalmış
önemli şahsiyetlerinden birisidir. Notları, hâtıraları ve günlükleri neşredilinceye
kadar o, Milli Mücadele dönemine alâka duyanlarca ismen biliniyor ve Giresun
matbuatındaki yazılarından söz ediliyordu. 2011 yılına gelindiğinde bu durum
değişti. Veysel Usta’nın hatıra ve notlarından meydana getirdiği kitapla 2011
yılından itibaren kamuoyu Osman Fikret Topallı’yı tanımaya başladı. Kitabı
makaleler ve tebliğler takip etti. En sonunda da günlükleri iki cilt halinde okuyucuyla
buluştu. Fulü resim artık netleşti.
Darısı elan
karanlıklar içinde kalmış, ademe mahkûm tarihî şahsiyetlerimize…
Bu temenniden sonra, hakkında
edindiğimiz bilgiler ışığında ‘Osman Fikret Topallı kimdir?’ sorusuna birkaç
cümle ile cevap vermeye çalışalım:
Osman Fikret Topallı,
geniş bir kütüphaneye sahip, Arapça, Farsça ve Fransızca lisanlarına âşina,
sürekli okuyan ve araştıran, adeta on parmağında on marifet olan bir
entelektüeldir. Yazardır, bedii zevk sahibidir. Birkaç enstrüman çalan bir
müzisyendir. Piyes yazan ve sahneleyen bir tiyatrocudur. Özellikle Giresun’un
tarihi, sosyal hayatı, musikisi üzerine çalışan ve derlemeler yapan bir kültür
adamıdır.
Güce boyun eğmeyen,
haksızlık karşısında susmayan, tek başına da kalsa haktan, adaletten
ayrılmayan, doğru bildiğinden şaşmayan bir dâva adamıdır. Giresun’a gelerek
kendisiyle görüşmek isteyen Ahmet Emin Yalman’la görüşmeyen, Hasan Âli Yücel’e
tavır koyan şahsiyetine düşkün bir kişidir.
O, mülkî amirlikten ticarete, ziraattan siyasete, sağlıktan kültüre her sahada marifet göstermiş,
İttihatçı duygularla yetişmiş, Rıza Nur’un ardından gözyaşı dökmüş, tarihine,
mukaddeslerine, vatanına aşk derecesinde bağlı, gençliğinde camilerde müezzin,
yaşlılığında cemaat olmuş milliyetçi ve mukaddesatçı tabirine uyan kâmil bir insandır.
Mensup olduğu
memleketin olduğu kadar, ülkenin ve dünyanın dertleriyle de hemdert, vatanperver,
vefalı, fedakâr ve diğer-kâm olan Osman Fikret Topallı yaşadığı dönemde iz
bırakmış tarihimizin mümtaz şahsiyetlerindendir.
Osman Fikret Bey’in Günlükleri
Osman
Fikret Bey’in hayatı çok maceralı bir dönemde geçti. O, harpler, ihtilâller,
ihanetler gördü. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına Cumhuriyetin kuruluşuna
şahit oldu.Acıların, yoksullukların envaını birebir yaşadı. Gençliğinden
itibaren yaşadıklarını, nisyana/unutulmaya uğramamaları ve istikbalin
tarihçilerine ulaşabilmeleri için günlüklerine not etti. Osman Fikret Bey’in 2
Haziran 1918 ile 31 Temmuz 1919 tarihleri aralığındaki günlükleri Giresun’daki
akrabalarından Veysel Usta’ya intikal etmiş, Mütareke dönemi ile Milli Mücadele’nin bir
kısmını kapsayan, yakın tarihimiz için çok önemli bu günlükler Veysel Usta ve
Mustafa Çulfaz tarafından yayınlanmıştı. Diğerlerinin akıbeti ise bilinmiyordu.
Ankara’nın
ünlü sahafı Ahmet Yüksel, sahibi olduğu Sanat Kitabevi’ni Karanfil Sokaktan kendi
mülkü olan Esat Caddesi Hacıyolu Sokaktaki yeni yerine taşımış, Ankara’da
kitapseverlerin buluştuğu bu nezih mekân, 25 Mayıs 2008 Pazar düzenlenen bir mezatla açılmıştı. Benim için bu
mezat diğer mezatlardan daha heyecan vericiydi. Müzayedede yer alan, her biri
farklı kıymetlere haiz ürünler arasında 3’ü benim için önemliydi. Bunların
ilki, , 1918 yılında Giresun’da neşriyata başlayan, Milli Mücadele döneminin
önemli yayın organlarından IŞIK
mecmuası idi. IŞIK koleksiyonu birkaç
sayı eksiğiyle müzayedeye konmuştu. İkincisi yine Giresun’un kültür tarihinde
önemli yeri olan İZLER mecmuası
koleksiyonuydu. Üçüncü ürün ise; OSMAN
FİKRET TOPALLI HATIRA DEFTERLERİ...
Müzayede
kataloğunda bu defterler;
“Topal
Osman Ağa’nın mektupçusu, sağ kolu, bütün yazışmalarını idare eden, arşivini
tutan Osman Fikret Topallı’nın 1925-1961 yıllarına ait, gün ışığına çıkmamış,
Cumhuriyet tarihinin ilk dönemine ait kişisel ilişkiler, mücadeleler ve
tartışmalı konuları açılarından araştırmacısını bekleyen, 30 adet deftere
yazılmış günlükleri” ifadesi ile yer almıştı.
Hatıra
defterleri ve çeşitli ajandalara yazılan bu günlükler, 450.-TL’den açık artırmaya konulmuştu.
Müzayedede bana kısmet
olmayan bu ürünlerin kim veya kimler tarafından alındıklarını takip
edememiştim. Birkaç yıl sonra, Osman Fikret Bey üzerine ilk çalışmayı neşreden
Veysel Usta’nın notundan defterleri alan kişinin Prof. Dr. Cemil Koçak olduğunu
öğrenmiş ve ehil ele düştüklerinden sevinmiştim. Veysel Usta, Osman Fikret Topallı’nın
hatıra ve notlarını kitaplaştırmış ve “Müdafaa-i
Hukuk ve İstiklal Harbi Tarihlerinde Giresun” adıyla Temmuz 2011’de Serander
Yayınları arasında neşretmişti. Kitaptaki not şöyleydi:
“Elimizdeki belgelerle kaleme almaya çalıştığımız Osman Fikret
Topallı’nın biyografisinde önemli eksiklikler olduğunun bilincindeyiz.
Özellikle 1930 ile ölüm tarihi olan 1963 yılları arasındaki boşluğun; Osman
Fikret Bey’e ait 1925-1960 yılları arasını kapsayan günlükleri bir müzayededen
satın alarak yayına hazırladığını belirterek destek isteyen Prof. Dr. Cemil
Koçak’ın çalışmasının yayınlanmasıyla önemli ölçüde giderileceğine inanıyorum.”
(s. 34) Aynı not, altı yıl sonra neşredilen Osman Fikret Bey’in ikinci
kitabında da yer alıyor. (Bkz.: Osman Fikret Topallı, Müdafaa-i Hukuk ve İstiklal Harbi Tarihlerinde Giresun/Milli Mücadele
Günlerinden İzler, Notlar, İntibalar, Yayına Hazırlayanlar: Veysel Usta ve
Mustafa Çulfaz, Trabzon Nisan 2017, s. 28)
(Cemil Koçak’ın da; “Ruşen Topallı’nın verdiği bilgiye göre;
dedesinin Topal Osman ile ilgili bir kitap çalışması Veysel Usta ile Mustafa
Çulfaz tarafından yayınlanacaktır.” (Giresun
Günlükleri, s. 38) cümlesinden destek istediği Veysel Usta ve Mustafa
Çulfaz’ın çalışmalarından bilgisi olduğu anlaşılıyor.)
Günlükler Neşrediliyor
Nihayet günlüklerin kitaplaştığını Temmuz 2017’de basından öğrendim. O sıra Vakfıkebir’de
bulunduğumdan günlükleri, Trabzon’un önemli kitapçılarından Beşikçi Kitapevi
vasıtasıyla temin ettim ve okumaya başladım.
2 cilt halinde basılan
eserin künyesi şöyle:
Büyük boy kitabın
kapağı ve sayfa tasarımı gayet güzel, özen gösterildiği belli. Özellikle sayfa
tasarımında, sayfa numarasıyla birlikte yılların da belirtilmesi okuyucu için
önemli kolaylık sağlıyor.
Eserin künyesinden;
günlüklerin Banu İşlet tarafından
yeni yazıya aktarıldığı, Cemil Koçak’ın
yeni yazıya aktarılan metinleri yayına hazırladığı, aslen Giresunlu olan ve
eski metinleri yeni yazıya aktarmadaki uzmanlığı ile tanınan Yücel Demirel’in de kitabın editörlüğünü
yaptığı anlaşılıyor.
Eseri okudukça, günlüklere
kavuşmaktan doğan sevincim yanında üzüntüm ve hüznüm de arttı. Üzüntümün
sebebi, ciddi bir ekip tarafından yayına hazırlandığı belirtilen merhum Osman
Fikret Bey’in birçok yönden yüksek kıymete haiz günlüklerinin, yapılan
müdahalelerle âdeta malûl hale getirilmesiydi.
Malûm olduğu üzere,
eskiden bazı metinler çalakalem yazılır, birçok müdahaleden sonra ‘beyaz’a
çekilerek son şekillerini alırlardı. Kalemin yerini daktilo alınca çalakalem,
çaladaktilo oldu. Özellikle gazetecilik mekteplerinde, meslekleri gereği,
olayları süratle haberleştirebilmeleri için öğrencilere on parmak daktilo
öğretilirdi. Bir muhabir bir olayı çaladaktilo haber yapar. Ancak bu metin
muhabirin yazdığı şekilde kalmaz, haber bültenlerine, gazete sayfalarına girebilmesi
için bir takım kademelerden geçer, tashih edilir, varsa eksiklikleri
tamamlanırdı. Günümüzde daktilo yerine bilgisayar kullanılıyor. On
parmak daktilo bilenlerin daha hızlı kullandığı, yazı âlemine büyük kolaylıklar
sağlayan bu aletin, elimizdeki kitaba olduğu gibi, bazı yayınlara menfi tesir
ettiğini de zaman zaman müşahede ediyoruz.
Giresun Günlükleri
okundukça, eseri yayına hazırlayan Prof. Dr. Cemil Koçak Beyefendinin klavyeyi
çok seri kullandığı anlaşılıyor. Bu meziyetini yüksek özgüven ve kendinden emin
tavırlarıyla birleştirerek kitaba yaptığı katkılar bu değerli eseri maalesef
malûl hale getirdi. Üslup bozuklukları yanında fahiş hatalar ve yanlışlarla
dolu katkılar, gereksiz müdahaleler, millî tarihimize yaptığı bu değerli
hizmeti maalesef gölgeledi. Dikkatli okuyunca insanda, bilgisayarın seri
kullanılarak hızlı bir şekilde yazıldığı anlaşılan katkı metinlerinin, baskı
öncesi, editör Yücel Demirel dâhil, bir başkası tarafından okunmadığı kanaati hâsıl
oluyor.
Osman Fikret
Topallı’nın yakın tarihimiz için fevkalâde öneme haiz günlüklerinde tesbit edebildiğim
üslup bozuklukları, hatalı ve yanlış bilgiler ile kitap ciddiyetine
yakıştıramadığım uygulamalardan bir kısmını, yeni baskıda dikkate alınır
ümidiyle paylaşıyorum.
Sunuş
Kitabın jenerik
sayfasının hemen ardında 41 sayfa ‘SUNUŞ’ bölümü yer alıyor. Cemil Koçak
‘Sunuş’a; “Öncelikle Osman Fikret
Topallı’nın kim olduğunu açıklayacak ve yaşam öyküsünü aktarmaya çalışacağım”
cümlesiyle başlıyor.
Soyadı Kanunu öncesi vefat edenlere
soyadı verme gayreti
Soyadı Kanununun
çıkışından önce vefat eden tarihi şahsiyetlerimize soyadı verme işgüzarlığına[1] Cemil
Koçak da uyuyor ve Osman Fikret Topallı’nın 1911’de vefat eden babasını Hasan Topal (nedense Topallı değil) diye anıyor. (s. 5-6)
TUHAF İFADELER TUHAF YORUMLAR
Cemil Koçak, ‘Osman Fikret Topallı Kimdir’ başlığı
altında Osman Fikret Bey’den ve ailesinden bir buçuk sayfa bahsettikten sonra şöyle
diyor:
“Şimdi onun yaşam öyküsüne geçelim artık…” (s.6)
Peki, bu okuduğumuz
bir buçuk sayfa acaba neydi?
“Veysel Usta’nın vermiş olduğu bilgiler temelinde; bu tarihte idâdiyi
muhtemelen bitiremeden ayrılması tuhaftır” (s. 8)
“Bizzat Topallı babası hakkında şunları yazmıştır çünkü:” (s.9)
Koçak, Topallı’nın
tahsilini yarım bırakmasına sebep Balkan Harbi olabileceği tahminini yapar ve
devam eder:
“Fakat günlüğünde bulunan bilgiler temelinde,
bir ihtimal daha vardır sanıyorum; o
da babasının 7 Eylül 1911 tarihindeki ölümü üzerine, memleketine geri dönmek
zorunda kalması ihtimalidir. Bu
konuda kesin bir şey söylemek henüz mümkün değildir. Fakat bu ihtimal daha
güçlü görülüyor. Yine de elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır.” (s.8-9)
Kesin bilgi olsa ‘tahmin’e,
‘ihtimal’e
acaba gerek kalır mıydı?
“Burada onun basın hayatından da söz edilmesi gerekir:” (s.17)
“Topallı’nın yaşam öyküsüne devâm etmeden önce, sırası gelmişken, onun
âilesinden de söz etmenin zamânıdır artık…” (s. 26)
Gereğinden fazla ‘da’ ‘de’
“Topallı, gerçekten de bulunduğu yörenin rakamları ile yakından
ilgilenen bir kişiydi ve bu rakamları, kişisel çabaları ile toplamış da
olabilir. Muhtemelen bu genç yaşında da bu türden bilgilere meraklıydı ve
bulduğu bilgileri belki de yine defterine kaydediyordu.” (s. 12)
“Topallı, aynı zamanda da, 22
Mart 1919 târihinden yayın hayâtına geri dönen Karadeniz gazetesinin de hem sorumlu müdürü, hem de muhabiri olarak görev alacaktır.”
(s.17)
“Belki de artık tuhaf
gelmeyecek olan nokta; Erzurum Kongresi sonrasında Giresun’a geri dönen
Duyduk’a, kendisine suikast yapılacağını haber veren kişinin de bizzat Topallı olmasıdır ki, tek
başına bu bile, aralarındaki ilişkinin niteliğini de açıklığa kavuşturmaktadır.” (s.20)
“Yurtdışında önce Viyana’da gitmişse de, kısa bir süre sonra o sırada Fransız toprağı olan Hatay’a
yerleşmiştir.” (s. 19)
Birbiri ardınca iki garip cümle…
“Yine gazetecilikten ayrılmasından sonra pek az yazı yazmasına rağmen;
onun Topal Osman’ın affa uğraması üzerine yazdığı bir yazı dikkat çekicidir.
Usta’nın belirttiğine göre; kişisel notları arasında, bunun üzerine Topal
Osman’ın yakın arkadaşlarıyla birlikte çektirdiği bir fotoğrafını imzâlayarak,
kendisine sunduğunu görüyoruz.”
(s.17)
Yazar, Topallı’nın ‘dikkat
çekici’ yazısının mehazını belirtmiyor. Veysel Usta’nın yayına
hazırladığı eser dipnotta mehaz gösterilmişse de sayfa numarası yok. (Bkz.: s. 17, 19 numaralı dipnot) Acaba Osman Ağa; ‘Aferin, demek ki benim için övücü bir yazı
yazmışsın. Al benden de sana imzalı bir fotoğraf’ mı demiştir? Koçak, ‘Usta’nın belirttiğine göre’ görmüş olabilir. Ancak okuyucu olarak
biz göremedik!..
RÜŞDİYE
DİPLOMASI ve ÖZENSİZLİK
Topallı’nın hayat hikâyesi
anlatılırken belge olarak rüşdiye diplomasına özensiz bir şekilde yer verildi.
(s.7) Özen gösterilerek;
1 - Belge üzerindeki
sonradan yazılan ‘Osman Fikret Topallı
Ortaokul Diploması’ ibaresi kaldırılmalıydı.
2 – Diplomanın yeni
yazıya aktarımı ana metinle karışmış. Farklı karakter ve punto ile veya çerçeve
içinde olmalıydı. (s. 8)
Tashih Hataları
Kitapta;“…CHP Bulancak il başkanı olmuştur.” (s. 19) gibi çok sayıda tashih hatası
bulunması hazırlık safhasındaki özensizliğin bir başka belirtisi…
‘İNTERNETTE
RAST GELDİĞİM ESKİ BİR FOTOĞRAF’
Koçak’ın kaleminden Topallı’nın
hayat hikâyesini okurken birden karşımıza bir fotoğraf çıkıyor. ‘İnternette rast geldiğim eski bir fotoğraf’
cümlesiyle başlayan ve fotoğrafta yer alan kişilerin adlarıyla devam eden
fotoğraf alt yazısını okuyoruz. Bu fotoğraf üzerinden kitapta tam 6 sayfa
dipnot yer alıyor. Gözümüz, bu alışılmadık uzunluktaki dipnotlara kaynaklık
eden fotoğrafın hangi internet sitesinden alındığını arıyor. Heyhat!.. Bir
bilim adamı olan yazar, çok kıymet verdiği, üzerine yorumlar yaptığı bir
fotoğrafın yer aldığı internet sitesinin adresini, siteye erişim tarihini
vermeyi herhalde gereksiz görüyor!..
Anlamamız istenen
galiba şu: Yazar internette dolaşırken tesadüfen bir eski fotoğrafa rast geldi.
Fotoğraftaki şahıslarla arasında koyu bir sohbet oldu. Ve yazar, çala-klavye bu
yoğun sohbetten sayfalarca metin üreterek okuyucularıyla paylaşma lütfunda
bulundu!..
‘Üzümü ye, bağını
sorma!..’
FAHİŞ YANLIŞLARDAN
Cemil Koçak’ın internette
dolaşırken rastgeldiği fotoğrafın altına düştüğü, sayfalarca devam eden dipnot
ise fahiş hatalarla, yanlışlarla dolu. Bu hatalara birkaç örnek:
1 - Barutçuzâde Hacı Ahmet Efendi,
Faik Ahmet Barutçu mu?
Cemil Koçak, Mahmut
Goloğlu’un Erzurum Kongresi adlı
eserinin ekinde yer alan, Dr. Ali Naci Bey’in kendi kaleminden hayat hikâyesini
buradan alarak, köşeli parantez içinde açıklamalar ilâve ederek kitaba
dercetmiş. Fahiş yanlışlarla malûl bu köşeli parantez içi açıklamalardan biri
şöyle:
Ali Naci Duyduk; “Trabzon’da Cemiyet Başkanı Barutçuzâde Ahmet Efendi [Faik Ahmet Barutçu], bizi yanına alıp
Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey’in evine götürdü.” (s. 22) diyor. İfadede
geçen Ahmet Efendi’yi yazar vuzuha kavuşturmak gereği duyuyor ve [Faik Ahmet Barutçu] diyor. Yani ona
göre; Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Barutçuzâde Ahmet Efendi,
kendisinin uzmanı olduğu Tek Parti Döneminde, Hasan Saka hükümetlerinde
Başbakan Yardımcılıkları yapan, 50’li yılların CHP Grup Başkan Vekili, TBMM’nin
meşhur hatibi Faik Ahmet Barutçu’dur!..
Oysa Faik Ahmet
Barutçu, bu zatın, yani Barutçuzâde Hacı Ahmet Efendi’nin kendisi değil, oğludur.
2 – Mustafa Kaptan Nasıl İsmail
Hakkı Tekçe Olur?
Dr. Ali Naci Duyduk
anlatıyor:
“Osman Ağa Giresun’da bir hükümet gibi idi. (…)Her an beni vurdurmak
ihtimali vardı. Birkaç kere Osman Ağa’nın çetesinde bulunan akrabamdan Kaptanın
haber vermesi ile ölümden kurtuldum. (Bu Kaptan [İsmail Hakkı Tekçe] sonra Ankara’da milis yüzbaşı rütbesiyle Meclis
Muhafız Kumandanı olmuştu.)” (s. 23)
Dr. Ali Naci Bey,
Osman Ağa’nın kendisine yönelik niyetini haber veren akrabası Kaptan’ın milis
yüzbaşı rütbesiyle Meclis Muhafız Kumandanı olduğunu da açıklıyor. Buna rağmen
tarihçi Prof. Dr. Cemil Koçak, akla ziyan bir şekilde, Kaptan’ın İsmail Hakkı Tekçe
olduğu açıklamasında bulunuyor. Ve devam ediyor: “Tekçe, Topallı’nın akrabası
değildi, ama tanım uymaktadır.” (s. 23)
Neuz-u billâh!.. Hata üstüne
hata!..
Bu ne şaşkınlık? Bir defa
aktarılan sözler Ali Naci Bey’in sözleri, Topallı’nın değil. Akrabam diyen Ali
Naci Duyduk, Osman Fikret Topallı değil… Buna rağmen; “Tekçe, Topallı’nın akrabası değildi, ama tanım uymaktadır” nasıl
denir?
Bir defa böyle bir
eseri yayına hazırlayan kişinin döneme vakıf olması gerekmez mi? Yazar, bu
fahiş yanlışlarıyla döneme ait asgari bilgiden mahrum olduğunu göstermektedir.
Bir tarih profesörünün, iddialı kitaplara imza atan bir yazarın, Mustafa
Kaptan’dan bî-haber olması, bir çete mensubuyla bir muvazzaf subayı
karıştırması üzüntü vericidir.
Cemil Koçak, Veysel
Usta’nın yayına hazırladığı Osman Fikret Topallı’nın Müdafaa-i Hukuk ve İstiklâl Harbi Tarihinde Giresun kitabını
sürekli mehaz göstermektedir. Buna rağmen bu kitabı okumadığı acı bir şekilde
anlaşılıyor. Şayet okusaydı; Dr. Ali Naci Bey’in akrabam dediği ‘Kaptan’ın Osman Ağa’nın çetesinde
önemli bir mevkii olan Mustafa Kaptan
olduğunu, Mustafa Kaptan’ın Giresun’un Hacıhüseyin Mahallesinden Gümüşreisoğlu
Hacı Salih’in oğlu olduğunu öğrenir ve onu, hiç alâkasız bir kişiyle, İstanbul
doğumlu İsmail Hakkı Tekçe ile karıştırarak bu fahiş hatayı yapmazdı. (Bkz.:
Osman Fikret Topallı, Müdafaa-i Hukuk ve
İstiklâl Harbi Tarihinde Giresun, Trabzon 2011, s.73)
3 – Yeni Yol Gazetesi Giresun’da 43
yıl mı Yoksa 1 yıl mı Yayınlandı?
Yazar Yeniyol Gazetesi
için; “Gazete, Giresun’da kırk üç yıl
aralıksız olarak yayınını sürdürebilmiştir” diyor. (s. 24)
Yeniyol Gazetesinin
Bekir Sükûtî (Kulaksızoğlu) tarafından Mayıs 1923’te Giresun’da kurulduğu, 100
sayı burada neşredildikten sonra 16 Eylül 1924 tarihinden itibaren Trabzon’da
yayın hayatına devam ettiği ve 1966 yılında da kapandığı bilinir. Bu bilgiler
yazarın mehaz gösterdiği kaynaklarda da mevcuttur. Bu kaynakları mehaz
göstermesine rağmen, yazarın sapla samanı nasıl birbirine karıştırabildiği, bu
fahiş hataları nasıl yapabildiği merak konusudur.
4 – ‘Yeşil Giresun’ Gazetesi değil ‘Yeni
Giresun’ Gazetesi
Cemil Koçak, elinin
altında muteber kaynaklar bulunmasına, bu kaynakları mehaz göstermesine rağmen;
Trabzonlu Avukat Cemil Ragıp Bey’in Giresun’da neşrettiği Yeni Giresun gazetenin adını, Yeşil
Giresun olarak veriyor. (s. 24) Bilindiği üzere Yeni Giresun Gazetesi 29 Kasım 1920 tarihinde yayın hayatına
başlamış, sahibi ve mesul müdürü Cemil Ragıp olan gazetenin başmuharriri ise
Trabzonlu Kulaksızzâde Bekir Sükûtî idi. Aynı zamanda Avukat Cemil Ragıp Bey’in
hanımı, İzmir’in tanınmış ailelerinden Evliyazâde İzzet Bey’in kızı Hayrünnisa
Zeren Hanım da Işık’ın yazı işlerini
yürütmekteydi.
Milli Mücadele sonrası
Cemil Ragıp Bey avukatlıktan hâkimlik mesleğine geçmiş, Temyiz Mahkemesi
azalığı/Yargıtay üyeliği görevinde bulunmuştur. Mahmut Goloğlu’nun da
belirttiği gibi, Muğla eski milletvekili ve eski bakanlardan meslektaşı Nuri
Özsan’ın kayınpederidir. Cemil Ragıp Bey’in ilk eşi Perihan’dan olan kızı Fatma
Türkân, Nuri Özsan’ın hanımı idi.
Koçak; “Bu arada Yeşil Giresun (Yeni Giresun olacak) gazetesinde avukat arkadaşı Cemil Ragıb’ın
Cemil Ayata olup olmadığını saptayamadım” ( s.24) diyor. Bu hususta minik
bir katkı: Cemil Ragıp Bey Cumhuriyet döneminde Mustafa Cemil Ayata olarak
tanındı ve ömrünün son yıllarını, muhtemelen, hanımının memleketi İzmir’de
geçirdi.
Cemil Koçak’ın internette
dolaşırken rast geldiği (!) eski bir fotoğrafa yaptığı uzun yorumun mahiyetini
ortaya koyan son iki cümlesi:
“Burada belirtmeliyim ki; bu fotoğrafta adı geçenlerin büyük bir kısmı,
gençliklerinde olsun, daha sonraki yıllarda olsun, sürekli olarak edebiyat, şiir ve öyküyle
ilgilenmişlerdir. Bâzılarının şiir ve yazıları, daha sonraları kitap olarak da
basılmış, bâzılarınınkinin ise, maalesef pek az kısmı yayınlanabilmiştir. Şiir
ve yazılarını hiç yayınlama fırsatı bulamayanlar da olmuştur.” (s. 24)
Koçak'ın 'Günlükler'le Çelişen Bir Tesbiti
Cemil Koçak, neden gerek duyduysa, Osman Fikret Bey'in kızı Muvaffak'ın isminin 'Günlükler'de bir kez geçtiğini şu kesin ve net ifadeyle belirtir:
“Topallı’nın günlüklerinde evlâdı Muvaffak Topallı’nın adı sâdece bir kez, o da 1943 yılına âid günlük notunda Muvaffak Ilgar olarak geçmektedir.” (s. 27)
“Topallı’nın günlüklerinde evlâdı Muvaffak Topallı’nın adı sâdece bir kez, o da 1943 yılına âid günlük notunda Muvaffak Ilgar olarak geçmektedir.” (s. 27)
Koçak’ın, neye
dayandığı anlaşılamayan, bu kesin ifadesi hayret vericidir ve günlüklerle tamı
tamına çelişmektedir. Kitaba bakıldığında sadece 1943 yılında değil, hemen her
yılda, 200’e yakın sayfada, bir sayfada birden fazla, bu evlâdının adını görmek
mümkündür. (1. Ciltte 62 sayfada, 2. Ciltte 137 sayfada ’Muvaffak’ ismi geçmektedir. Bkz.: 1. Cilt, s. 731, 2. Cilt: s,1485,
1486)
Sunuş’un Hemen Ardından Gelen Bölüm:
‘GİRESUN DEVLET SALNÂMESİ 1926’
‘Ne alâka?’ denecek bir bölüm Sunuş’un
hemen ardından kitaba yerleştirilmiş, “GİRESUN
DEVLET SALNÂMESİ 1926”. (s. 47)
Günlükler ile alâka
kurmakta zorluk yaşanan bu metnin hangi kitaptan alındığı belirtilmiyor. Metni
yeni yazıya çeviren Fatih Yücel’e ise dipnotta teşekkür ediliyor. Eski yazı
olduğu anlaşılan kaynağın adı maalesef ‘Kaynakça’da
da geçmiyor. (Bkz.: s. 1469-1473)
Salnâme, günümüzde
yıllık adı verilen bir periyodik yayın türü. Batıda ‘almanak’ denen Salnâme
geleneği bizde 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış. Devlet, vilâyet, maarif
gibi değişik kurum ve kuruluşlar salnâmeler neşretmişler. Osmanlıdan
Cumhuriyete geçtiğimizde ise kamu ve özel kuruluşların zaman zaman bu adla
neşriyatları oldu. Kamuda ‘Devlet Salnâmesi’ geleneğini Matbuat Umum Müdürlüğü
üst üste 3 defa neşrettiği ‘Devlet Salnâmesi’ ile sürdürmeye çalıştı. Daha
sonra adı Basın-Yayın Genel Müdürlüğü olan bu kurumun ara sıra devlet
yıllıkları da neşrettiği bilinir.
Henüz ‘devlet’ değil,
çiçeği burnunda vilâyet olan Giresun’un 1926 yılında ‘Devlet Salnâmesi’
olamayacağına göre, kaynağı gösterilmeyen bu metnin Matbuat Umum Müdürlüğünün
neşriyatı salnamelerden birinin ‘Giresun’ bölümü olduğu anlaşılıyor. Bu
salnâmelere bakıldığında söz konusu metnin; Matbuat Müdüriyeti Umumiyesinin
1927 yılında neşrettiği “TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLET SALNÂMESİ” adlı eserin
1077-1085 sayfaları arasında yer alan ‘GİRESUN’ bölümü olduğu görülecektir.
Metnin alındığı Devlet
Salnamesinde Giresun bölümü
O zaman, kitap
ciddiyeti gereği, başlık “GİRESUN DEVLET SALNÂMESİ 1926” değil, “DEVLET
SALNÂMESİ 1926’DA GİRESUN” olmalıydı. Kaynak da net bir şekilde
belirtilmeliydi.
Bu metnin kitabın
girişine konulmasının amacı; Giresun hakkında okuyucuya umumî bir malûmat
vermek idiyse, bu maksat MEB Türk Ansiklopedisi veya MEB İslam
Ansiklopedisi’nin Giresun maddesinin kitaba aynen konmasıyla gerçekleştirilemez
miydi? Zannımca, DİB İslam Ansiklopedisi’nin Giresun maddesi daha da uygun olurdu.
Bu bölümün içinde “Giresun’un
İdârî Yapısı” alt başlığı da yer alıyor. ( s. 52) Burada 1934, 1945,
1957, 1960 gibi tarihleriyle karşılaşıyoruz. Belli ki bu alt başlık sonradan
ilâve edilmiş. Buna rağmen baştan savma, eksik ve yetersiz. Çünkü bu alt başlık
altında yer alması gereken Alucra ve Şebinkarahisar ilçelerinin adları dahi
geçmiyor.
Ve
Bir Harita: “Giresun’un İdârî Yapı
Haritası”
Bölümün sonunda, kitabın
53. sayfasını süsleyen ‘Trabzon Vilâyeti Haritası’na bakıyor
ve alt yazısını üzülerek okuyoruz: “Giresun’un İdârî Yapı Haritası”…
Osmanlı dönemi Trabzon
Vilâyeti Haritasını böyle bir esere koymayı, altına da bu ibareyi yazmayı kitap
ciddiyetiyle bağdaştırmak, bu ibareyi yazanın eski yazı bildiğine inanmak maalesef
mümkün değil.
Buraya bir Giresun
haritası koymak acaba çok mu zordu? Meselâ bu harita konamaz mıydı?
Gereksiz,
Alâkasız Belgeler
Kitapta çok sayıda
konuyla alâkasız belgeye yer verilmiş. Bunlara örnek olarak kitabın 1221.
sayfasında yer alan belge verilebilir. Nafia Vekâleti Hususi Kalem Müdürlüğü
mahreçli, Torul, Kürtün, Harşit yolu yapımı tahsisatı ile alâkalı 10 satırlık
bu belgenin Cumhuriyet Arşivi’nden alındığı anlaşılıyor. Ancak, alt yazı da
olmadığı için konuyla, kitapla alâkası anlaşılamıyor.
Çok sayıda ilgisiz
belgeye bir başka örnek; 1956 yılına ait bölümde yer verilen, kitapta ismi dahi
geçmeyen bir şahsın 1962 tarihini taşıyan ODTÜ Seçme İmtihanı kartı. (Bkz.:
cilt 2. S. 1192)
Yanlış
Sadeleştirmelerden
Cemil Koçak Sunuş’ta;
“Metnin kolay anlaşılması için hayli eski
Osmanlıca kelimelerin yanına [ ] içinde yeni sözcükleri yerleştirdim” (s.
43) diyor. Yapılan hataları görünce insan, ‘keşke
olduğu gibi kalsaydı’ diyor.
Şöyle ki;
Osman Fikret Topallı; “…kavanin ve nizâmâtta muayyen mevad…”
diyor. (s. 76) Cemil Koçak yeni sözcükler yerleştirerek ibareyi şöylece
anlaşılır (!) kılıyor:
“….kavânin
[kânun] ve nizâmâtta [yasa hükümlerinde]…”
Kavânin Koçak’ın
belirttiği gibi ‘kânun’ değil, onun çoğulu ‘kanunlar’dır. Nizâmât da ‘yasa
hükümlerinde’ değil, ‘yönetmeliklerde’dir.
[
] İçinde Yapılan Diğer Yanlışlardan
“[Şarki]karahisar’a
gittiği zaman, oranın kıymetli gençlerinden Mehmet Emin [Yurdakul] Beye bir gece misafir olmuş.” (s. 144)
Topallı’nın bahsettiği
Mehmet Emin’nin Şebinkarahisarlı bir genç olduğu açıktır. Cemil Koçak’ın [Yurdakul]
ilâvesi ise isabetsiz ve yanlıştır.
“…doktor Nâci [Cimşit]…”
(s.908) Doktor Naci, meşhur Dr. Ali Naci Duyduk’tur. Dikkatsizce, otomatik
yapılan soyadlamada kendisine ‘Cimşit’
soyadı verildiği anlaşılıyor. O günün Giresun’unda bu soyadı taşıyan kişilerin
başında gazeteci Nuri Ahmet olduğu, kitabın ilk sayfalarına bakıldığında, Cemil
Koçak tarafından da bilindiği anlaşılır.
Topallı; 12 Eylül 1951
tarihinde günlüğüne; “Bulancak’tan gelen
kızım ve torunum..” diye başlayan bir not düşüyor. Cemil Koçak, ‘kızım’ kelimesini açıklamak gereği
duyuyor ve hemen yanına köşeli parantez içinde, ‘Besima’yı ekliyor. Osman Fikret Bey’in bu adda bir kızı olmadığı
malûm… Bulancak’ta olan kızının adının ise ‘Besima’ değil, ‘Seciye’
olduğu kitabın önceki sayfalarından biliniyor. (s. 996)
[
] İçinde Yer Alan Gereksiz İfadelerden
Kitapta çok sayıda yer
alan bu tür ifadelere iki örnek;
[Üvey erkek kardeşim] Saadettin (s. 77) Kitapta Saadettin
adı her geçtiğinde başına bu ifadenin eklenmesi garip. Ad zaten cinsiyetini
belli ediyor.
İsmet Paşa adı her
geçtiğinde de [Başbakan ve CHP Değişmez Genel Başkan Vekili] ibaresinin
konması ve [İnönü] ilâvesi hoş değil. (s. 210, 231, 232 vd)
Hâkimiyet-i
Milliye ilânı ve Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi
Osman Fikret Bey 1
Teşrinisâni 1926 tarihinde günlüğüne, “Hâkimiyet-i
Milliye’nin ilânı devr-i senevîsidir” notunu düşer. (s. 147) Cemil Koçak
ise bunu anında gazete sanır. Aynı adı taşıyan gazetenin 10 Ocak 1920 tarihinde
yayına başladığını dipnot olarak düşer. Bununla da yetinmeyerek Hâkimiyet-i Milliye gazetesinden Giresun
heyetiyle alâkalı bir haberin kupürüne de geniş bir şekilde yer verir.
Oysa Topallı’nın, gazeteden
değil, millî hâkimiyetin ilânından söz ettiği aşikârdır.
Sıratı
Müstakim Ne Zaman Kapandı? Sebilürreşad Ne Zaman Çıktı?
Cemil Koçak, günlükte
geçen her mefhuma bir görsel ekleme, uysa da uymasa da, bir dip not düşme
gayretinde. Osman Fikret Bey, 5 Mart 1955 tarihinde günlüğüne; “Ben de evde Sıratı Müstakim koleksiyonunu
okumakla biraz oyalandım ve yattım” notunu düşer. Koçak, o sayfaya Sıratı Müstakim’in ilk sayısının
kapağını görsel olarak koyar ve şu dipnotu ekler:
“Sıratı Müstakim, İkinci Meşrutiyet döneminde (1908) yayına başlayan
ünlü İslamcı dergidir. 1925 yılında kapanan dergi; daha sonra Sebilürreşad
adıyla 1948 yılında yeniden yayınlandı. Bkz. Cemil Koçak, Dönüşüm, (cilt: 4)
İletişim Yayınları, İstanbul 2015, s. 300-312” (Bkz.: Cilt: 2, s. 1144)
Şimdi bu ifadeler ne
kadar doğru bir bakalım:
Mecmuanın
1908’de yayına başladığı doğru. (İlk sayısı 14 Ağustos 1324/27 Ağustos 1908 de
neşredildi) 1925’te kapandığı ise külliyen yanlış. Çünkü, Sıratımüstakim
mecmuası 182 sayı çıktıktan sonra, Eşref Edib’in sahip ve mesul müdürlüğü
altında, 8 Mart 1912 tarihinden itibaren Sebilürreşad adıyla yayın hayatına devam
ettiği konuyla alâkalı bütün kaynaklarda geçer. Yani kapanış tarihi 1925 değil,
1912’dir. 1925’de kapanan Sıratımüstkim değil, Sebilürreşad’dır. Sıratımüstakim
1948’de Sebilürreşad olmadı. 1925’de kapanan Sebilürreşad, 1948’de Eşref Edip
Fergan tarafından yeniden neşre başlamış ve 1962 yılına kadar da neşriyatını
sürdürmüştü.
Bu
fahiş yanlışların, hem de mehaz gösterilerek yapılması nasıl mazur görülebilir?
Bu sorumsuzluk, ciddiyetsizlik değilse nedir?
Gemiden
Alucra’yı Seyretmek
Osman
Fikret Bey İstanbul’dan Giresun’a vapurla gelişini anlatırken; “Sabahleyin erken kalktım. Saat beş vardı.
Salona çıktım. Bulancak’ı geçmiş… Ayvasıl Burnuna, (…) Yeşil yurdun sahillerini
ve tepelerini seyrederek limana geldik” diyor. (s. 221) Topallı’ya göre
Karadeniz, özellikle de Doğu Karadeniz ‘Yeşilyurd’dur.
Ancak bunu anlamadığı anlaşılan Cemil Koçak, Yeşilyurt için hemen dipnotu
döşüyor: “Giresun’un Alucra ilçesine
bağlı bir köydür. Eski adı da Çakmanus’tur.”
Ve
sayesinde sahilden onlarca kilometre içerideki köy vapurun salonundan
seyredilir hale geliyor!...
Haccac-ı
Zâlim Nasıl Hüccâc Zalim Oldu?
Osman
Fikret Topallı, 10 Ağustos 1940 tarihli günlüğüne cebbar ve kan dökücü zalim
diye anılan Emevî valilerinden meşhur Haccac-ı Zâlim’le alâkalı bir fıkra da
ilâve etmiş. Fakat ‘Haccac’ ‘hüccac’ olarak okunmuş. Bu durum Editör
Yücel Demirel’in de gözünden kaçmış olacak ki düzeltilmemiş. Ve Cemil Koçak’ın
müdahalesine maruz kalarak anlaşılır (!) hale gelmiş!...
“Hüccâc [hacı]
zâlim, kâbeyi tahzîb edib, dönüyormuş…”
(s. 441)
Günümüzde
demek ki, asıl adı Ebû Muhammed el-Haccâc b. Yûsuf b. el-Hakem es-Sekafî olan Haccâc-ı Zâlim’in adını duymayan
kişiler de varmış!..
Yanlışı
düzeltmesi gereken kişinin ‘Hüccâc’
kelimesini “Hacı” diye
Türkçeleştirmesi ise bir başka acı gerçeğimiz!.. Hüccâc’ın hacı’nın çoğulu
olduğu, yani ‘hacı’ değil ‘hacılar’ olduğu malûmdur.
YANLIŞ OKUMALARA
YANLIŞ YORUMLAR
İki örnek:
1 –‘ Nuri Özcan’
değil ‘Nuri Özsan’
Osman Fikret Bey
günlüğüne 27 Ekim 1949 tarihinde düştüğü notta; birkaç dönem Muğla
milletvekilliği ve bakanlık yapmış, Cemil Ragıp Bey’in damadı Nuri Özsan ile
Samet Ağaoğlu’nun Giresun’a geldiğini, “Meğer limandaki Ege’de Demokratlardan
Nuri Özsan ile Ağaoğlu Samet Beyler varmış” cümlesiyle belirtir. Ancak okuma
hatası sonucu, ‘Nuri Özsan’ ‘Nuri Özcan’ olmuş. Buna rağmen dipnot ihmal
edilmemiş. Ancak, Parlamento tarihlerinde, milletvekili albümlerinde böyle bir
isme rastlanmadığından olsa gerek; sadece ‘Nûri Özcan, Demokrat Parti
milletvekili idi’ cümlesiyle yetinilmiş. (s. 906)
Aynı yanlış okumayı aynı sayfadaki 27 Ekim 1949 tarihli notta
da görüyoruz.
2 – ‘İnsan
Mecmuası’ değil ‘İnan Mecmuası’
Osman Fikret Bey
günlüğüne 3 Haziran 1945 günü düştüğü notta; “Gece Trabzon’a –Halkevi Reisi Reşit Tarakçıoğlu’na- mektup yazdım.
Ondan İnan Mecmuasının 19 Mayıs nüshasını istedim” diyor. İnan Mecmuası
Trabzon Halkevi’nin neşrettiği mecmuadır. Mustafa Reşit Tarakçıoğlu da, notta
da belirtildiği gibi, Halkevi’nin başkanıdır.
Yanlış okuma neticesi
‘İnan
Mecmuası’, ‘İnsan Mecmuası’na dönüşmüş, akabinde Cemil Koçak’ın düştüğü; “İnsan dergisi, Hilmi Ziya Ülken tarafından
15 Nisan 1938 tarihinde yayınlanmaya başlamıştır” notu da tabii ki
isabetsiz ve yanlış olmuştur. (s. 697)
DİPNOTTA
DİPNOT REFERANSLARI: ŞAKA GİBİ
Cemil Koçak
dipnotlarla okuyucuyu bir başka dipnota yönlendiriyor. Oraya bakınca da bir
başka dipnot numarasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Çoğunlukla da istenilen
bilgiye ulaşamıyorsunuz. Bu alışılmadık usul bir nevi sinir bozucu şaka gibi…
Sadece İki Örnek
‘Mayıs yedisi’ne düşülen dipnotta, “Günlüğün 1944 yılının 49. dipnotuna bakılmalıdır” diyor. (s.696)
Bakıyoruz. Orada da; “Günlüğün 1943
yılının 83. dipnotuna bakılmalıdır” deniyor. (s.655) Orada da; “Günlüğün 1942 yılının 129. dipnotuna
bakılmalıdır” (s. 613) ifadesini görüyoruz. İlh..
Koçak, Necip Fazıl’ın
oyunu için düştüğü dipnotta, “39. dipnota
bakılmalıdır” diyor. (s. 1002) Bakıyorum. Orada da “Günlüğün 1950 yılının 180. dipnotuna bakılmalıdır” ifadesini
okuyorum. (s. 978) Oraya da bakıyorum, “173.
Dipnota bakılmalıdır” yazıyor. (s. 961) 173’e bakıyorum, 170’e bak diyor.
Bakıyorum, 167 diyor. Ona bakıyorum “bir
önceki”, ona bakıyorum 155’e bakmam isteniyor.(s. 960)
Aklıma mukayyet
olabilmek için devam edemiyorum. Bu deli saçması, okuyucuyla alay eden,
sinirlerini bozan, kitap ciddiyetiyle bağdaşmayan, ancak arızalı bir ruh
halinin yansıması olabilecek uygulamayı şiddetle kınamak gerektiğini
düşünüyorum.
Cemil
Koçak, Günlüklerde Geçen Bazı İsimleri, Kitapları Saptayamıyor
Tabii ki bazı isimler,
bazı olaylar hakkında bilgi bulunamayabilir. Ancak, ihtisası yakın tarih olan
bir profesörün, yakın tarihin en önemli, en hassas olaylarından olan Ali Şükrü
Bey-Osman Ağa hadisesi hakkında yazılmış olan bir kitabı saptaması gerekirdi
diye düşünüyorum. Ki bu kitap; yakın tarihimizdeki olayları bire bir yaşamış,
TBMM’nin ilk matbaa müdürü Feridun Kandemir’in kitabı olmasına, kapağında Ali
Şükrü Bey’in resminin de yer almasına rağmen yakın tarihçi Koçak’ın; “Bu kitabın Feridun Kandemir’in hangi kitabı
olduğunu saptayamadım” (s.1156) ifadesi biraz tuhaf kaçıyor.
KAYNAKÇA
VE DİZİN
Kaynakça
Kitabın 2. Cildinin
sonunda ‘Kaynakça’ bölümüne yer
verilmiş. Tetkik edildiğinde bilinenin, olması gerekenin dışında bir kaynakça
olduğu anlaşılıyor.
Şöyle ki;
1 – Kitapta kullanılan,
istifade edilen kaynakların künyeleriyle birlikte KAYNAKÇA’da yer aldıkları
bilinir. Ancak yazar, bu bilinen usule riayet etmemiş, dipnotlarda mehaz
gösterdiği kaynaklara KAYNAKÇA’da yer vermemiştir. Birkaç örnek:
a – Mahmut Goloğlu’nun
Erzurum Kongresi adlı eserinden
alıntılar yapılmasına rağmen, Fuat Süreyya Oral’ın Türk Basın Tarihi mehaz gösterilmesine rağmen Kaynakça’da yoktur.
b – Türk Parlamento
Tarihlerinin değişik ciltlerinden sık sık mehaz gösterilerek alıntı yapılmasına
rağmen hiçbirine Kaynakça’da yer verilmemiştir. Mehaz gösterilmesine rağmen TBMM’nin
bir diğer yayını Düsturlar da yoktur.
c – İsmail Akbal’ın Trabzon’da Muhalefet eseri aynı şekilde
mehaz gösterilmiş (s. 20) ancak Kaynakça’ya girmemiş. Füsun Üstel’in Türk Milliyetçiliği ve Türk Ocakları
kitabı da (s. 158) mehaz gösterilmiş. Kaynakça’da yok.
d - Bir bilim adamı olan Cemil Koçak’ın,
internetten bir çok bilgiyi almasına rağmen kaynak göstermemesi anlaşılır
değildir. Kendisi; “İnternet sağolsun… Pek çok küçük ayrıntı için internette bulabildiğim;
ama aynı zamanda sınayarak, emin olabildiğim bilgileri aktardım” (s.
43), “… kullandığım fotoğrafların büyük kısmını internetten edindim”
(s.45), demesine rağmen bu sitelerin hiçbirinin
adresini maalesef vermemektedir. Onları galiba mîri malı saymış, ne dipnotu
olarak vermiş, ne de Kaynakça’ya koymuştur.
e – Dipnotlarda,
gerekli gereksiz, kendi kitap ve makalelerine atıfta bulunmasına rağmen, Cemil
Koçak’a aid tek bir esere Kaynakça’da rastlanmaması da kitabın
anlaşılmazlarından bir başkasıdır.
Dizin
için okuyucuya not
Her cildin sonuna ayrı
ayrı ‘dizin’ eklenmiş. İlk ciltte
çoğu kitapta rastlanan küçük hatalarla oluşan ‘dizin’ ikinci ciltte değişmiş. Dizindeki sayfa numarasında o
kelimeyi bulmak, ön ve arka sayfalarına bakmanıza rağmen mümkün olmuyor. Dizinin
güncellenmediğinden kaynaklandığı anlaşılan bu hal okuyucuyu zor durumda
bırakıyor. Çaresi ise sayfa numarasına 12 rakamı eklemek.
Yani; kitapta en çok
ismi geçen Osman Ağa’yı mı arayacaksınız? Dizine bakıyorsunuz, Topal Osman Ağa
karşısında 736, 742, 744, 762, 787 ilh rakamlarını görüyorsunuz. Ancak bu
sayfalarda Osman Ağa’nın adına rastlayamazsınız. Bulabilmek için bu rakamlara
12 ekleyerek; 748, 754, 756, 774, 799 ilh sayfalara bakmanız lâzım.
NETİCE
Tarihimizin mümtaz
şahsiyetlerinden Osman Fikret Topallı’nın ailesi elinde bulunmayan
günlüklerinin bir müzayededen satın alınarak kitaplaştırılması takdire şayan
bir olay. Başta Prof. Dr. Cemil Koçak olmak üzere emeği geçenlere tarihimiz
adına minnet ve şükran sunuyorum. Ancak keşke diyorum. Keşke, Cemil Koçak
hazırlık safhasında Veysel Usta gibi, Ayhan Yüksel gibi dönemi ve bölgeyi bilen
kişilerden yardım alsaydı. Keşke, yazdıklarını tekrar okusa, başkalarına da
okutsaydı. Keşke, böylesi önemli bir eseri çalaklavye malûl hale getirmeseydi.
İnşallah eserin yeni baskılarında bu malûliyet giderilir, benzeri çalışmalarda
kitabın gerektirdiği ciddiyete azamî riayet edilir.
Bu vesileyle
günlükleriyle, geride bıraktığı hatıraları ve notlarıyla yakın tarihimize ışık
tutan Osman Fikret Topallı’ya Cenab-ı Hakk’tan rahmet niyaz ediyorum. Onun
günlükleri, hatıra ve notlarıyla bizleri buluşturan, tanınmasına vesile olan
Cemil Koçak, Veysel Usta, Mustafa Çulfaz’a, emeği geçen şahıs ve yayınevlerine
de teşekkür ediyorum.
[1]
Bu
hususta en bariz misal; Cihan Harbinde ve Milli Mücadele’de kumandanlık yapmış,
2. Meclis’te mebusluk yapan Rüştü Paşa ve Halit Paşa’dır. Ardahan Milletvekili
Halit Paşa (nâm-ı diğer Deli Halit) Meclis’in içinde Afyon Mebusu Kel Ali veya
Rize Mebusu Rauf’un kurşunuyla 1925’te şehit edilir. Erzurum Mebusu Rüştü Paşa
ise 1926 yılında İzmir Suikastı bahanesiyle salben şehit edilir. Bu iki kahraman
asker de bekârdı ve dünyadan bilâ veled ayrılmışlardı. Yıllar sonra onlara
soyadları verildi: Halit Karsıalan,
Rüştü Soydan. Bundan sonra bütün yayınlarda bu soyadlarıyla
yer almaya, anılmaya başladılar. ATASE ise, Rüştü Paşa’ya verilen bu soyadı da
değiştirmek gereği duydu ve kendisine ERDELHUN
soyadını uygun buldu. (Bkz.: Birinci Dünya Savaşı’na Katılan Alay ve Daha Üst
Kademedeki Komutanların Biyografileri, ATASE Yayını, Cilt: 1, Ankara 2009, s. 359)
Gerçi Rüştü Erdelhun adı askeri camiaya yabancı değildi. O da bir paşa idi ve
27 Mayıs ihtilâlinde Genel Kurmay Başkanıydı. Yüce Divan’da o da idama mahkûm
edilmiş, ancak infaz edilmemişti.
Etiketler:
Ahmet Yükel,
Cemil Koçak,
Giresun,
Osman Fikret Topallı,
Trabzon,
Veysel Usta,
Yücel Demirel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)